Belirli bir yaşa kadar anne ve babamızın veya onların yerine geçenlerin konfor alanında yaşasak da, bir müddet sonra içsel dürtüler başlar. Sezgisel yanımız bizim kapımızı çalar ve eş zamanlı olarak dış dünya da bizim için bazı çağrılar başlar. Bu çağrılar “kahramanın yolculuğunun” ilk evresinde bizler henüz daha “masum çocuk” arketipinin bilinç dışı etkisindeyken gelir. Bireyleşemeyen kişi çocuk kalmıştır ve psişe bu eksiğin tamamlanmasını istemektedir. Anne kompleksinin, “masum çocuk”ta takılı kalmamızla derin bağlantıları bulunmaktadır.
Anne kompleksi veya karmaşası denen olgu, çocuklukta başlasa da orta yaş ile birlikte kadında ve erkekte farklı şekillerde ortaya çıkar. ( Bu konuyla detaylı olarak bir sonraki yazımda değineceğim.) Komplekslerin oluşum süreci, sadece bireysel bilinç dışı içeriklerden kaynaklanıyor gibi algılanmaktadır. Jung, psişik olan herşeyin önceden biçimlenmiş olduğunu, tıpkı katılsal hastalıklar gibi, “insani nitelikler” ile doğduğumuzu ve bu niteliklerin etrafının kendi deneyimlerimizin sarmalandığını psikolojik deneyler aracılığıyla topladığı verilerle ispatlamıştır.
Tüm komplekslerde olduğu gibi, anne karmaşasının temelini “anne arketipi” etrafında yapılanmış olan konstelasyonlar belirler. (Arketiplerle ilgili detaylı bilgi okumak isteyenler “Arketip Nedir?” , “Kolektif Bilinç Dışı ve Temel Arketipler” yazılarımı okuyabilirler.)
Bu yapılanmayı Jung “Feminen” adlı kitabında şu şekilde anlatmaktadır; “Büyük Ana kavramı karşılaştırmalı dinler tarihi alanına ait bir kavramdır ve pek çok türdeki ana tanrıça tipini ele alır. Büyük Ana imgesinin arka planına psikoloji penceresinden bakarsak daha kapsayıcı olan anne arketipini tartışmanın temeline oturtmak zorundayız.” ve söyle ekler; “Göklerin ötesinde bir yerde, genel anlamda “annelik”in de mevcut olduğu tüm fenomenler içerisinde öncü ve üstün nitelikli prototip ve ilkel bir anne imgesi vardır.”
Jung’un bu anlatımından yola çıkarsak, anne arketipi, Ana Tanrıça motifiyle özdeş olarak kişisel bilinç dışımızda kendi annemizin özellikleriyle birleşmiş, etrafı duygular ve düşüncelerle kaplı kompleks bir yapıdır. Her kompleksin merkezinde kollektif bilinçten bilinç dışımıza aktarılmış bir arketip vardır. Tüm insanlığın kollektif deneyimi olan “anne” imgesi, anne arketipi olarak psişik hafızamızda mevcuttur. Bir arketipin hayatımızdaki etkisinin farkında olmadığımızda, yani bilinç dışımızda kaldığı sürece yönetimi ele geçirir.
İdeal anne arketipinin etrafına örülen, kendi annemizle deneyimlerimiz sonucu oluşan duygu ve düşüncelerin yarattığı konstelasyonlar çoğaldıkça anne karmaşası bireyin üzerinde “büyü” etkisi yaratır. İdeal anne arketipinin anlamını doğuştan bilen kişi, gerçek annesiyle yaşadığı deneyimleri anlamlandırmaya, ideal anne ve kendi annesi arasında açılan boşlukları duygu ve düşünceleriyle doldurmaya başlar. Bu boşluklar kişi tarafından “ben değersizim”, “ben sevilmeye layık değilim”, “onaylanmak, annemin beni görmesini sağlamak için onun dediklerini yapmalıyım”, “annem gibi olmalıyım”, “asla annem gibi olmayacağım, “onun dediklerini yapmazsam beni görür” şeklinde ve daha fazla türlerde düşüncelerle doldurulabilir.
Annenin duygusal veya fiziksel “terk etmesine” karşı oluşturulan bu psişik çaba, aslında kişinin kendi gölgesine ittiği parçasından başka birşey değildir. Annemiz, bizim bastırdığımız özellikleri barındıran kişidir. Onunla zihinsel, bedensel ve ruhsal anlamda barış sağlamamız, kendi içimizdeki “dişil prensipler” ile bütünleşmemiz anlamına gelir. Bu nedenle, annemizi “tanrıça” mertebesinden insan mertebesine indirdiğimizde, anne kompleksimizin etrafındaki olumsuz sis bulutu bir nebze azalır. Onun tarafından onaylanmak isteğimizin, sevilme isteğimizin yerine, kendimizi onaylayıp sevme ihtimalimizin kapısını açmış oluruz.
Jung, ilkel kabilelerin erkek çocuklarını anneden ayırıp zor görevleri gerçekleştirmesi için zor görevlerin verilmesi ve ormana salınma ritüellerinin anneden koparak bilinç ve bilinç dışı olarak ikiye bölünmeden doğanın özünde olan “bireyleşme” ile yaşadıklarını söylemiştir. Jung, Feminen adlı kitabında bu durumu söyle özetlemiştir; “İlkeller arasında anneden ayrılmayı örgütlemek için tasarlanmış çok sayıda ayin görmekteyiz. Sadece erişkin olmak ve uzaklaşmak yeterli değildir. “Erkekler evindeki” ve yeniden doğum seremonilerindeki etkileyici kabul törenleri, anne etkisinden (çocukluktan) tamamiyle ayrılmayı sağlamak için gereklidir.
Bu bağlamda düşünürsek, modern insanın psişesini bilinç ve bilinç dışı olarak ayırmış olmasını ve psişede oluşan komplekslerin birer başa çıkma mekanizması olduğunu da anlayabiliriz.
Anne kompleksi, kadının da erkeğin de kendi yaratıcı vahşi doğasını, potansiyelini ertelemesine ve anne tanrıçanın etkisinde süren bir yaşama sebebiyet verir. Anne arketipinin üzerine örülmüş duygu ve düşüncelerin pozesyonunda bir yaşam sürer. Bu durumun farkına varmadığı sürece de, kapıldığı duygu selinde aslen kendine ait olmayan bir yaşantıyı sürdürme olasılığı yükselir. Kişinin yaşamını bir gemiye benzetirsek, yaşam seçimlerinde dümeni bilinci değil, bilinç dışı yönetmeye devam eder.