Kırmızı Kitap
Sayfa 100’den
Alıntıların
Analizlerini
İçermektedir

(Alıntılar), Kırmızı Kitap, Kaknüs Yayınları, Sayfa 100

Jung Kırmızı Kitap’ı yazma sürecinde imgelerle konuşuyor cümleleri net değil. Rüyanın kitaplaşmış hali. Bu nedenle metaforları, imge ve sembolleri anlamamız gerekiyor. Kırmızı Kitap süreci bilinç dışının dilini anlayacağımız içsel bir süreçtir

“Bu çağın tini ise bana geldi ve önüme bilgilerimi içeren büyük cilt­ler koydu. Sayfaları cevherdendi ve bunlara çelik bir kalemle amansız sözcükler kazınmıştı. Bana bu amansız sözcükleri gösterdi ve şöyle dedi: “Çılgınlıktır söylediklerin.” Doğrusu bu, doğrusu bu, söylediklerim çılgınlığın büyüklüğü ve sarhoşluğu ve çirkinliği.”

“Bu çağın tini ise bana geldi ve önüme bilgilerimi içeren büyük cilt­ler koydu.”
Burada “bu çağın tini” ifadesiyle Jung, yaşadığı dönemin ruhunu ya da zeitgeist’ini kastediyor. Zeitgeist, belirli bir dönemin entelektüel, kültürel ve ahlaki iklimini ifade eden bir kavramdır. Jung, o dönemin ruhunu veya bilincini temsilen bir varlığın kendisine geldiğini belirtiyor. “Bilgilerimin ciltleri” ifadesi ise Jung’un kendi bilgi birikimini ve entelektüel mirasını sembolize ediyor. Burada vurgulamak istediği, medeni insanın entellektüel birikiminin ağırlığıdır.

Çelik kalemle yazılmış olması, Jung’un bilgisinin ve vizyonlarının değerli ve kalıcı olduğunu göstermektedir. Cevher ve çelik kalem, kalıcılığı ve sağlamlığı simgeler. Ancak, bu bilginin “amansız sözcükler” ile kazınmış olması, belki de bu bilgilerin sert, hatta acımasız gerçeklerle dolu olduğunu ima ediyor. Bana bu amansız sözcükleri gösterdi ve şöyle dedi: ‘Çılgınlıktır söylediklerin.'”
Bu noktada, çağın tini ya da ruhu Jung’u ve onun ifade ettiklerini delilik olarak nitelendiriyor. Jung’un düşünceleri ve ortaya koyduğu psikolojik kavramlar, kendi zamanında çok sıra dışı ve radikal olarak görülmüştür. Jung burada kendi içsel deneyimlerinin, kendi ifadeleriyle “çılgınlık” gibi algılandığını itiraf ediyor.

Jung, kendi içsel vizyonlarının ve bilgeliğinin anlaşılmasının zor olabilecek kadar derin ve karmaşık olduğunu kabul ediyor. “Çılgınlığın büyüklüğü ve sarhoşluğu ve çirkinliği” derken, insan zihninin derinliklerine indiğinde karşılaşılan gerçeklerin çılgınca, hatta bazen rahatsız edici derecede yoğun ve karmaşık olabileceğine işaret ediyor. Zihin bilinmeyene karşı savaş açar ve onu delilik ve çılgınlık olarak niteler. Jung burada bilinç ve bilinç dışının yani anlamlı ve anlamsız olanın zıtlık içinde olduğunu ima etmektedir.

Jung’un açıkladığı bireyleşme süreci, bir kişinin tam anlamıyla kendisi olması ve bilinçdışı yönlerini entegre etmesi anlamına gelir. Bu süreç genellikle zorlayıcı, hatta bazen “çılgınca” olabilir, çünkü kişi kendi karanlık yönleriyle ve toplumsal normlarla çatışan içsel gerçeklerle yüzleşmek zorundadır.

“Derinliklerin tini ise bana geldi ve şöyle dedi: “Söylediklerin var.
Büyüklük var, sarhoşluk var, onursuzluk, hastalık, sersemce sıradan­lık var. Bütün sokaklarda gidiyor, bütün evlerde yaşıyor ve bütün in­ sanlığın gününü yönetiyor. Sonrasız yıldızlar bile sıradan. Bu büyük kadın-efendi ve Tanrı’nın bir özü. Buna gülünüyor ve kahkaha da var. Bu çağın insanı, kahkahanın tapınmaktan daha aşağı olduğuna mı inanıyorsun? Ölçün, ölçerin nerede? ” Kahkahaya ve tapınmaya yaşa­ mın toplamı karar verir, senin yargın değil.”

Alıntıda, “derinliklerin tini” olarak adlandırılan bir varlık, hayatın ve insanlığın çeşitli hallerini özetlemekte ve bunların her yerde ve her şeyde bulunan derecesine dikkat çekmektedir. İnsan yaşamının içerdiği çeşitliliği; büyüklük, sarhoşluk, onursuzluk, hastalık ve sıradanlık gibi haller üzerinden anlatmaktadır. Jung bu halleri Tanrı’nın özüyle ilişkilendirir ve hayatın özüne dair derin bir kavrayış olarak sunar. “Büyüklük var, sarhoşluk var, onursuzluk, hastalık, sersemce sıradanlık ifadeleri”, bireyin içsel dünyasında mevcut olan çeşitli duyguları ve deneyimleri de temsil etmektedir. Bu, Jung’un “gölge” olarak adlandırdığı bilinç dışındaki bastırılmış veya reddedilmiş olan yönlerin ifadesidir.

“Kahkahaya ve tapınmaya yaşamın toplamı karar verir, senin yargın değil” ifadesi, Jung’un bilinçaltının anlamını ve gücünü irdelemesidir. Kahkaha ve tapınma, sıradan algılarla yargılanacak şeyler değildir; bunlar yaşamın kendisini belirleyen ve şekillendiren unsurlardır. İnsan bilincinin bu derin ve geniş kapsamlı yönlerini takdir etmek, Jung’un bilinç ve bilinçdışının karmaşıklığına bakışını yansıtır. Burada, yaşamın geniş kapsamlı ve bütüncül bir şekilde ele alınması gerektiğine yapılan vurgu, bireysel yargıların sınırlı ve taraflı doğasına dikkat çeker.

Jung’un bu metni, bireylerin yaşamın değerlerini ve anlamını dışsal yargıların ötesinde, içsel deneyimlerle ve derinlemesine anlamalarla kavramaları gerektiğini öne sürer. Jung psikolojisinde “bilinçdışının” ve “arketiplerin” önemini dikkate aldığımızda, alıntı aynı zamanda bilinçdışının zengin ve çeşitli dünyasına yapılan bir göndermedir ve bireyin kendini keşfetme sürecinde bu derin katmanlarla yüzleşmesinin önemini vurgular.

“Bütün sokaklarda gidiyor, bütün evlerde yaşıyor ve bütün insanlığın gününü yönetiyor.” ifadesi, bu içsel gerçekliklerin bireyin yaşamını derinden etkilediğini ve tüm insanlığın ortak deneyimleriyle bağlantılı olduğunu vurgular.

“Kahkahaya ve tapınmaya yaşamın toplamı karar verir, senin yargın değil.” ifadesi, yaşamın anlamının ve değerlinin kolektif bir anlam içerdiğini, bireysel yargılardan uzak olduğunu anlatır. Kahkaha esrimedir, tapınma Tanrısaldır. Derinliklerin tini kahkahanın Tanrısal olduğunu ima ediyor. Kahkaha bedeni harekete geçirir dopamin, serotonin hormonları salgılattığı için bedensel hazla da ilişkilidir.

“Gülüncü de söylemeliyim. Siz gelen insanlar! Yüce anlamı onun kahkaha ve tapınma, kanlı bir kahkaha ve kanlı bir tapınma olduğun­ dan tanıyacaksınız; kutupların bağı kurbanın kanıdır. Bunu bilenler bir solukta kahkaha atar ve tapınır.”

Jung’un “Gülüncü de söylemeliyim” ifadesi, yaşamın ve gerçekliğin derinliklerinde saklanan ironiyi ve absürtlüğü vurgulamak için kullanılmıştır. Bu ironi, insanoğlunun karşılaştığı büyük ve yüce olarak algılanan olayların ve duyguların aslında hem kahkaha (gülünç) hem de tapınma (kutsal) unsurlarını içerdiğini ima eder.

“Yüce anlamı onun kahkaha ve tapınma, kanlı bir kahkaha ve kanlı bir tapınma olduğundan tanıyacaksınız” cümlesi, insan deneyimlerinin içsel bir çelişkisini ortaya koymaktadır. Kan ve kahkaha burada yaşamın iki zıt kutbunu temsil etmektedir: Kahkaha, yaşamın hafif, belki de saçmalık ve gülünçlük barındıran yönlerini, tapınma ise yaşamın ciddiyetini, kutsallığını ve derin anlam arayışını işaret eder. Ancak bu kutupların birbirine bağlı olduğunu, hatta kurbanın kanı üzerinden birleştiğini vurgulamak, yaşamın acı ve trajedi barındıran doğasının kabul edilmesi gerektiğini öne sürer. Yaşam dual yapısıyla bir bütündür.
“Bunu bilenler bir solukta kahkaha atar ve tapınır” ifadesi, derin bir anlayışa sahip olan kişilerin bu zıtlıkları aynı anda kabul edip deneyimleyebileceklerini vurgular. Yaşamın ironisini ve kutsallığını aynı anda kavrayabilmek, bireyin hem acıyı hem de neşeyi bütüncül bir şekilde kabul etmesi gerektiğini belirtir. Jung’un psikoloji anlayışında, bireysel gelişim ve bütünlüğe ulaşmak, bireyleşmek (individuation) için, bu tür zıtlıkların ve paradoksların entegre edilmesi şarttır. Dionysos kültü, bireyin dönüşümü ve özgürleşmesi ile ilişkilendirilir. Paragraftaki “kanlı bir kahkaha” ve “tapınma” ifadeleri, insanın içsel sınırlarını aşma ve özgürlüğünü bulma arayışını yansıtabilir.

Yaşamın ve insan deneyiminin derinliklerinde, kahkaha ve tapınmanın, yani hafiflik ve derinliğin iç içe geçmesinin, bireyin kendi doğasıyla ve evrenle olan bağını anlaması için gerekli olduğunu gösterir.

“Gel gör ki bundan sonra insanlığım bana yaklaştı ve şöyle dedi: “Böyle konuşarak nasıl bir yalnızlık, nasıl bir ıssızlık soğukluğu seri­yorsun üzerime! Varlığın yok oluşu ve derinliklerin arzuladığı kor­kunç kurban vermenin akıtacağı kan ırmaklarını düşün.”

Böyle konuşarak nasıl bir yalnızlık, nasıl bir ıssızlık soğukluğu seriyorsun üzerime!” Bu cümle, anlatıcının (ve dolayısıyla okuyucunun) içine düştüğü derin kişisel sorgulamanın ve içsel arayışın getirdiği yalnızlık ve ıssızlık hissini ifade eder. Jung’un psikolojik keşiflerde ve bilinç dışının derin katmanlarına inerken yaşanabilecek zorlu ve bazen ürkütücü deneyimlere dikkat çektiğini görürüz.
“Varlığın yok oluşu ve derinliklerin arzuladığı korkunç kurban vermenin akıtacağı kan ırmaklarını düşün.” Bu ifade, varoluşsal krizleri ve kimlik dönüşümlerini simgeler. “Varlığın yok oluşu” ifadesi, eski kimliklerin ya da benlik yapılarının sona ermesini, “korkunç kurban verme” ise psikolojik olarak eski benlik parçalarının ya da alışkanlıkların bırakılması zorunluluğunu ima eder. Bu süreç, genellikle acı verici ve yoğun olabilir, ve burada “kan ırmakları” sembolik olarak bu dönüşüm sürecindeki acı ve fedakarlığı temsil eder.

“Varlığın yok oluşu ve derinliklerin arzuladığı korkunç kurban-vermenin akıtacağı kan ırmaklarını düşün.” ifadesi aynı zamanda varoluşsal korkuları ve içsel çatışmayı yansıtır. Dionysos kültünde varlığın yok oluşu ve karanlık içsel arzular arasındaki çatışma sıkça ele alınır.
Bu ritüeller, insanın içsel dünyasındaki karanlık ve arzuları dışa vurmasına olanak tanır. Dionysos kültü, insanın içsel dünyasındaki karmaşıklıkları ve çatışmaları keşfetme arayışıyla ilişkilendirilebilir.
Carl Jung, bireyin kendi içsel dünyasında yaptığı keşiflerin ve karşılaştığı bilinçaltının, büyük dönüşüm süreçlerini ve varoluşsal sorgulamaları içerdiğini vurgular. Bu tür yolculuklar genellikle bireyi yalnız ve izole hissettirebilir çünkü birey, kendi varlığının derinliklerini ve anlamını sorgular. Jung’un çalışmaları, bireysel büyüme ve psikolojik bireyleşmenin (individuation) böylesi zorlu ve bazen korkutucu süreçleri gerektirdiğini öne sürer.
Jung’un psişik dönüşüm süreçleri, bireyin kendi bilinçdışı arketipleriyle yüzleşmesi ve onları entegre etmesi anlamına gelir. Bu süreçte, eski kimliklerin ve benlik algılarının “ölmesi” veya dönüşmesi gerekebilir, bu da “kan ırmakları” sembolizmiyle anlatılmaktadır. Bu acı verici ama sonunda dönüştürücü olan süreç, bireyin daha bütün, daha sağlıklı ve daha bilinçli bir varoluş düzeyine ulaşması için gereklidir.

“Derinliklerin tini ise şöyle dedi: “Kurbanı ne kimse durdurabilir ne de durdurmalıdır. Kurban-verme yıkım değil, olacakların temel ta­ şıdır. Sizin manastırlarınız yok muydu? Sayısız binler çöllere gitmedi mi? Manastırı içinizde taşımalısınız. Çöl sizin içinizde. Çöl sizi çağı­ rıyor ve geri çekiyor. Şimdiki zamanın dünyasına demirle bağlanmış bile olsanız, çölün çağrısı bütün zincirleri kıracaktır. Doğrusu, ben sizi yalnızlığınıza hazırlıyorum.”

“Kurban-verme yıkım değil, olacakların temel taşıdır.”** Kurban verme süreci, yok edici gibi görünebilir, ancak aslında yeni başlangıçların ve kişisel büyümenin temelidir. Bu, eski kimliklerin ve eski yaşam şekillerinin bırakılarak yeni ve daha entegre bir benliğin inşasını simgeler.

Jung manastır ve çöllere atıfta bulunarak, arih boyunca insanların manevi arayışları için fiziksel dünyadan geri çekilerek inzivaya çekilmelerine ve içsel keşiflerine dikkat çeker. Manastırlara gitmek ya da çöle çekilmek, dış dünyadan uzaklaşarak içsel dünyaya odaklanmayı ifade eder.Jung burada fiziksel mekanlardan çok içsel mekanlara vurgu yapar. Bireyin manevi ve ruhsal arayışını içinde barındırması gerektiğini ifade eder. Çöl, içsel yalnızlık, arayış ve keşif alanını temsil eder. Bu içsel çağrı, bireyi dış dünyadan içe doğru yönlendirir.

– **“Şimdiki zamanın dünyasına demirle bağlanmış bile olsanız, çölün çağrısı bütün zincirleri kıracaktır.”** Birey, modern dünyanın ve günlük yaşamın meşguliyetlerine bağlı olsa bile, içsel arayış ve dönüşüm çağrısının her zaman var olduğunu ve bu çağrının kaçınılmaz olarak tüm bağları ve sınırlamaları aşacağını belirtiyor.

Carl Jung’un psikolojik yaklaşımı, bireyin bilinçdışı dünyasını keşfetmesi ve bu süreçte karşılaşacağı zorlukları kabul etmesi gerektiğini öne sürer. Jung’un teorilerine göre, bireyin gerçek anlamda kendini tanıması ve bütünlüğe ulaşması, bilinçdışının derinliklerine inmeyi ve dönüşüm sürecinde kişinin eski yapılarını feda etmeyi gerektirir. Bu yolculuk, hem zorlayıcı hem de dönüştürücü olmakla birlikte, kişinin daha bütün ve farkında bir varoluşa ulaşması için gereklidir.

“Bundan sonra insanlığım sessiz kaldı. Gel gör ki tinime, merhamet dilemem gereken bir şey oldu.

Konuşmam kusurlu. Sözlerle ışıldamak istediğimden değil, o söz­ leri bulmak olanaksız olduğu için imgelerle konuşuyorum. Derinler­ den gelen sözleri başka hiçbir şeyle ifade edemem. “

“İnsanlık” burada, Jung’un bilinçli aklı ya da yüzeydeki kişilik yapısı olarak yorumlanabilir. Bilinçli zihnin sınırlarına ulaşıldığında ve kelimeler yetersiz kaldığında, insanlık sessiz kalır.

– **“Gel gör ki tinime, merhamet dilemem gereken bir şey oldu.”** Bu cümle, içsel bir sezginin ya da ruhsal bir farkındalığın harekete geçtiğini gösterir. Jung burada, içsel derinliğin veya ruhun yardım talep ettiğini ve bunun bireyin dikkatini gerektirdiğini belirtir.
“Konuşmam kusurlu. Sözlerle ışıldamak istediğimden değil, o sözleri bulmak olanaksız olduğu için imgelerle konuşuyorum.” ifadesi, Jung’un bilinç dışı deneyimleri ifade etme çabasının zorluklarını vurgular. Bilinç dışının derinliklerinden gelen mesajlar çoğu zaman sözcüklerle ifade edilemez; bunlar, semboller ve imgeler aracılığıyla daha iyi aktarılabilecek şeylerdir. Bu, Jung’un çalışmalarında sıkça tekrar eden bir temadır; bilinçdışı zihin kendini semboller, mitler ve imgeler aracılığıyla ifade eder.
Semboller, bireyin bilinçdışı içeriği ile bilinçli zihni arasındaki köprülerdir. Jung, bu süreci, bireyin psikolojik ve ruhsal bütünlüğünü sağlama çabası olarak ele alır. Semboller, bireyin bilinçli farkındalığına getirilmek üzere bilinç dışından gelen mesajları taşır.