Persephonenin Kaçırılışı;
Dişil ve Eril Dönüşümleri

Eleusis Gizemleri

Antik Yunan’da Eleusis Tapınağı’nda yer alan Demeter ve Persephone kültü, Miken döneminde başlamış ve Helenistik dönemde devam etmiştir. Bu kültü çevreleyen dini ritüeller, her yıl düzenlenen inisiyasyonlar olarak bilinir. Söz konusu ritüeller, Persephone’nin annesi Demeter tarafından Hades tarafından kaçırılış mitini temel alır. Ayinlerde, Persephone’nin yeraltına inişi, annesi tarafından yapılacak bir arama sürecini ve nihayetinde tekrar yer yüzüne yükselişini simgeler. Temel tema, yaşamın sonsuzluğunu temsil eden Persephone’nin yeniden doğuşudur. Eleusis ayinleri, yaklaşık olarak 2000 yıl boyunca sürmüştür.

Mitolojik Hikayelerin Analizi

Mitolojik hikayelerin pek çoğu, Persephone’nin Kaçırılışı’nda olduğu gibi, bir kaos ile başlar. Bu mitolojik ögeleri analiz etmeye başladığımızda, insanın psişik dinamiklerinin, yani bilinç ve bilinç dışının derinliklerine inmeye başladığımızı anlamakta fayda vardır. Jung’a (1964) göre, mitolojik figürlerin her birinin arketipsel fonksiyonları vardır. Bu bağlamda, hikayedeki karakterler bilinç dışımızdan gelen dürtüleri sağlayarak, kendimizle ilgili ihtiyaç duyduğumuz bilgilerin yüzeye çıkmasına yardımcı olurlar.

Mitolojik hikayeler, bireyin içsel döngülerini anlama, gizli potansiyelini keşfetme ve kendisiyle bütünleşme sürecinde kritik bir rol oynar. Erich Neumann (1955), bu bağlamda kadın arketipinin bireyin ruhsal gelişiminde önemine dikkat çekerken, Persephone’nin hikayesi bu gelişimin bir yansımasıdır. Neumann’a göre, bireyin kimliğinin ve psikolojisinin araştırılması, mitlerden elde edilen temalarla derinlemesine analiz edilebilir.

Persephone’nin kaçırılışı, başlangıçta zoraki bir yolculuk olarak algılansa da, aslında zaman geldiğinde herkesin deneyimlediği bir erginlenme sürecidir. Persephone, diğer adıyla Kore, bereket tanrıçası Demeter ve gökyüzü tanrısı Zeus’un kızıdır. Gençliğinin baharında olması ve yeryüzünde baharın gelmesi üzerindeki etkisi nedeniyle, aynı zamanda “baharın kızı” olarak anılmaktadır. Bu bağlamda, toprak bereketini temsil eden bir annenin ve gökyüzü tanrısının kızının imgesi, ışık dolu bir figür olarak karşımıza çıkar.

Hikayenin ilerleyen bölümlerinde, bu tanrıların karanlık yönlerini de gözlemleriz. Marie-Louise von Franz (1964) bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Mitler, insanın psişesinde saklı olan derin karanlıkları ve bu karanlıkların içsel denge üzerindeki etkisini keşfetmemize olanak tanır.” Karanlık yönlerin varlığı, insanın bilinç ve bilinç dışı dinamiklerini anlama sürecinde nasıl bir denge sağladığını kavramamıza yardımcı olur.

Persephone’nin Kaçırılış Hikayesi

Güzel ve parlak bir günde baharın kızı Persephone (yer altına kaçırılmadan önceki ismi Kore’dir.) Okeanos’un bir kaç kızı ile birlikte kırlarda çiçek toplamaktadır. Bereketli çayırlarda yetişen gülleri, menekşeleri, sümbülleri toplamaya devam eder. Persephone, gözüne kestirdiği bir nergis çiçeğinin yanına gitmek için ona eşlik edenlerden uzaklaşır. Çiçeği gören herkes, tanrılar ve insanlar şaşırıp kalırlar. Çünkü, baharın kızı onu koparmak

üzereyken köklerden hoş kokulu yüzlerce çiçek yeryüzüne fışkırır. Persephone ömründe gördüğü en güzel, en renkli, en hoş kokulu nergisi almak için eğildiğinde yer ortadan ikiye ayrılır. Kronos’un oğullarında üçüncüsü, ölümsüz atların sürücüsü yeraltı tanrısı Hades tüm heybetiyle ortaya çıkar. Genç kızı belinden kavrar ve onu ölüler diyarına, yer altına kaçırır.

Persephone sesini duyurmak için babası Zeus’a çaresizce yakarır. Zeus, o sırada tapınağında insanların ona sunduğu adakları kabul etmektedir. Ancak ne yazık ki, Persephone’nin çığlıklarını ne tanrılar ne de insanlar duyar. Onun seisin duyan yalnızca güneş tanrısı Helios olur. Babası Zeus, bu olaya karşı harekete geçmez. Zira kızını Demeter’den habersiz Hades’e vermeyi kendisi kabul etmiştir. Topraktaki güzel nergis çiçeği bile güzel kızın aklını çalması için bizzat Gaia tarafından yetiştirilmiştir.

Annesi, bereket tanrıçası Demeter, kızının sesini en sonunda duyar ama onu kurtarması içn çok geçtir. Yüreği acılar içinde kıvranarak başındaki tacı çıkartıp siyah bir giysi ve pelerinle kızını bulabilmek için denizin ve karanın üzerinde uçmaya başlar. Demeter dokuz gün boyunca elinde iki meşaleyle kızını arayarak dolaşır. Karşısına çıkan Hekate onu tanrıların ve insanların gözleyicisi Helios’a götürür. Helios, Demeter haricinde Persephone’nin çığlıklarını duyan ikinci tanrıydı.

Demeter kızgınlığını dünyadan çıkartmaya başlamıştır. Bereket tanrıçasının sinirlendirilmesi insanlar için ancak tek bir anlama gelmektedir. Kıtlık, açlık ve ölüm. Demeter öfkesi ve hiddetiyle toprağı bereketsizleştirir, ekilen tohumları saklar ve Persephone’u arayışı boyunca geçtiği tüm yerlerden bütün verimin durmasına neden olur. İnsanlar da bunun karşılığında artık tanrılara adak adamamaya başlar. Sonunda Helios, bu duruma dayanamaz ve Demeter’e kızının yerini ve Hades’e kızını verenin de Zeus olduğunu söyler.

Tanrıça Demeter, öfkelenerek tanrıların meclisini ve Olympos’u terk eder. Eleusis kralı Keleos’un sarayına gelir. Kıralın dört kızına rastlamıştır. Kızlar bu yaşlı ve perişan halde kadını tanımaz ve yardım etmek için onu saraylarına alırlar. Sarayda yeni doğmuş bir oğlan vardır. Kızların annesi Metaneira da Demeter’i bu haliyle tanımamış oğlanı bakması için ona teslim eder. Demeter oğlanı ölümsüz yapmak için her gece ateşe maruz bırakır. Günlerden bir gün, Metaneira onu görür ve ve Tanrıça Demeter olduğunu anlar. Korkudan çığlık atar ve Demeter’in ihtişamının önünde bayılır.

Zeus en sonunda insanların kıtlık yüzünden kendisine yalvarışlarına daha fazla tahammül edemez ve Hades’e Persephone’yi geri göndermesini emreder. Onu ikna etmesi İçin altın asalı tanrı Hermes’i yeraltı krallığına yollar.

Hades onun gitmesine izin vermeye razı olur. Ancak gitmeden önce Persephone’nin eline sulu, çekici bir nar tanesi tutuşturdu. Persephone bu nar tanesini kabul eder ve ağzına atar. Yeryüzüne çıkıp annesine tekrar kavuşana ve yaptığı geri döndürülemez hatayı anlatana kadar durumun farkına varamaz. Yer altında herhangi bir şey yiyen, yer altında kalmaya mecburdur. Yılın 6 ayı yeryüzünde annesiyle birlikte toprağa bereket saçan Persephone, yılın 6 ayı kocası Hades ile birlikte yeraltında Ölüler Diyarı’nın Kraliçesi olarak hüküm sürer. Hekate de hakem olarak tarafların anlaşmanın koşullarını yerine getirip getirmediğini takip edecek, her zaman Persephone’ye göz kulak olacaktır.

Zeus’un annesi Rhea, tanrıça Demeter’den yaşam bahşeden başakları yeniden büyütmesini ister. Demeter annesine itaat eder ve sürülmüş tarlaların ürün vermesini sağlar. Geniş topraklar ekin ve çiçekle kaplanır. Doğanın düzeni, toprakların bereketi eski haline döner.

Persephone’un Kaçırılış Hikayesinin Analizi

Yer altı tanrısı Hades, Kronos’un üç oğlundan sonuncusudur. Zeus ve Demeter ile kardeştir. Masallarda ve mitolojide üç rakamı, iki zıt kutupu bir araya getiren üçüncü unsurdur ve üçgen figürüyle ifade edilir. 3 birleşmedir, tamamlanmadır. Aynı zamanda, baba ve üç oğluyla başlayan masallarda ve hikayelerde üçüncü çocuk “gölge” arketipini sembolize eder. Hades, ölüler diyarının tanrısıdır. Karanlığın habercisidir. Yani, bilinç dışımızda istenmediğini, onaylanmadığımızı düşündüğümüz karanlık alana yapılacak seyahati zorunlu kılar. Bu seyahate çıkacak kişi asla tam bir gönüllülükle bunu yapmaz. Korkar, ikilemde kalır çünkü konfor alanında yaşamak işine gelir.

Persephone, eşlikçileriyle birlikte çiçek dolu bir alanda gezmesi bize Adem ve Havva’nın cennet bahçesini anımsatır. Her şey mükemmel görünmektedir. Saf ve masum kız bilinçsizliği temsil eder. Egomuzun tam gelişmediği, ilişkilerde büyülenmeye açık olduğumuz genç kızlık ya da delikanlılık çağında, konfor alanımızda yaşarken aniden beklemediğimiz bir olay ile cennetten yani ana rahminden dışarı fırlatırız. Persephone’nin annesi Demeter ile geçirdiği anneye bağımlı “mutlu” zamanları, psikanalist Erich Fromm’un da ifade ettiği gibi, tıpkı bir anne ve bebeğinin bir olduğunu sandıkları birbirlerini “ben ve o” diye ayırmadıkları zamandır. Antropolog Levi Bruhl (1938) bu dönemi “mistik katılım” ifadesiyle, ilkel insanın kendini nehir, dağ ve hayvanlardan yani doğadan ayırmadığı, doğayla bir olduğu bilincin gelişmediği dönem olarak niteler. Analitik Psikoloji’nin kurucusu Carl G. Jung da bu durumu “yansıtmalı özdeşleşme” olarak tanımlar. Ancak bu durum uzun sürmez. Kozmik alanda, Adem ve Havva’nın elmayı kopartıp yemesi de cennetten kopuş temasıyla karşımıza çıkar. Psişe dinamiklerinde bu yapıyı inceleyelim. Bilincin sabit tutumunu “Benlik” tolere edemez ve yıkıcı özelliğini yani “kaosu” devreye sokar.

Yer altı tanrısı Hades, Kronos’un üç oğlundan sonuncusudur ve Zeus ile Demeter’in kardeşidir. Mitolojide üç sayısı, iki zıt kutubu bir araya getiren üçüncü unsuru temsil eder ve genellikle bir üçgen figürü ile ifade edilir. Bu bağlamda, üç, birleşimi ve tamamlamayı sembolize eder. Aynı zamanda, baba ve üç oğul ile başlayan hikayelerde üçüncü çocuk, “gölge” arketipini temsil eder. Hades, ölüler diyarının tanrısı olarak, karanlığın habercisi rolündedir ve bu durum, bilinç dışımızda istenmeyen karanlık alanların keşfine çıkılmasını zorunlu kılar. Bu yolculukta, kişinin gönüllü katılımı sınırlıdır; zira konfor alanında yaşamak, kişiye daha cazip gelir.

Persephone’nin çiçek dolu bir alanda, eşlikçileriyle gezmesi, Adem ve Havva’nın cennet bahçesini hatırlatmaktadır. Her şey mükemmel görünmektedir; bu saf ve masum kız, bilinçsizliği temsil eder. Egonun tam olarak gelişmediği ve ilişkilerde büyülenmeye açık olduğumuz dönemde, beklenmeyen olaylar, bireyi cennetinden — yani anne rahminden — dışarı fırlatır. Persephone’nin annesi Demeter ile geçirdiği “mutlu” günler, psikanalist Erich Fromm’un belirttiği gibi, anne ve bebeğin kendilerini “ben ve o” biçiminde ayırt etmedikleri bir dönemi temsil eder. Antropolog Lévy-Bruhl, bu dönemi “mistik katılım” olarak tanımlar; bu, ilkel insanın doğayla, nehir, dağ ve hayvanlar gibi unsurlarla bir bütün olduğu bir zamandır.

Carl G. Jung, bu durumu “yansıtmalı özdeşleşme” olarak ifade eder. Ancak bu kıymetli dönem uzun sürmez. Kavramsal alanda, Adem ve Havva’nın elması koparıp yemesi, cennetten kopuş temasıyla yine karşımıza çıkar. Bilincin sabit tutumu “Benlik” durumu, kaosun varlığı ile başa çıkamaz ve bu, yıkıcı bir süreç başlatır. Bastırılmış, görünürde olmayan içeriklerimiz, bireyleşmemiz için gerekli “işlevsel bilgi”yi edinmemizi sağlamak adına etkinleşir ve genellikle başkalarıyla olan deneyimlerle bilincimize gelir. Sonuç olarak, yasak elmanın kaçınılmaz olarak yenilmesi durumu söz konusudur.

Hades, toprak altından büyük ihtişamla çıkarak Persephone’yi kaçırır. Annesi Demeter, bu duruma derin bir üzüntüyle tepki verirken, öfkesi ve intikam arzusu ölümlere ve hastalıklara yol açar. Demeter, aşırı koruyucu ve “yutan” anne imgesi olarak karşımıza çıkar. Asıl amacı yalnızca sevgi vermek değil, aynı zamanda gücünü kanıtlamaktır. Bu tür bir anne, çocuğuna gaddar bir yapıdan daha fazla zarar verebilir; çünkü kendi hayat yolunda ilerlemek isteyen çocuğunun istemediği bir şekilde büyümesine engel olur. Sonuç olarak, çocukta karmaşık bir anne kompleksi gelişir. Persephone, derin bir anne kompleksi yaşamaktadır; çünkü annesiz bir hayat, onun için adeta bir ölüm anlamına gelir. O, “Eros” ile, yani annesinin dişil özellikleriyle özdeşleşmiştir. Bu durum, bireyin kendi benliğini inşa etme sürecindeki engelleri ve içsel çatışmaları açıkça ortaya koyar.

İnsanın yeryüzüne inip saf ve temiz kalması mümkün değildir; zira her birimiz, gözlerimiz kör olarak kendi cennetimizi yaşarken bir başkası tarafından yeryüzüne indirilmişizdir. Sürekli anne ve baba koruması altında yaşayan bireyler, başlarına kötü bir şey gelmemesi için sahte bir cennetin içinde hapsedilmişlerdir. Hayatın zorlayıcı gerçeklerini deneyimleyenler, kendi karanlık yönlerini kabul eden ve bu yönleriyle bütünleşip hayatın içinde ilerlemek için gerekli donanıma sahip olan kişilerdir. Cam bir faunusta yaşayanlar ise, ileride başlarına gelecek ilk kötü olayda büyük bir felaket veya travmayla karşılaşacaklardır. Bu bağlamda, psişik alanımızda anne ve babanın simgesel olarak “ölmesi” gereklidir; çünkü ancak bu şekilde birey olma yolculuğuna çıkma şansı elde edebiliriz.

Eril prensipler, yani “logos”, bu aşamada safdil kızı hayata atacak ve onu kendi macerasına itecek olan unsurdur. Kızın logos unsuru ile, yani eril fonksiyonu ile devreye girmesi, kendi eril yanıyla yüzleşip onunla bütünleşmesiyle mümkün olur. Hikayelerde baba, daima anneden ayıran ve mantıksal unsurları işin içine sokan bir arketip olarak öne çıkar. Bu ayrışma, çocuğun kendi macerasına adım atabilmesi için gereklidir. Hades, Persephone’nin karşılaşmak istemediği eril gücü ve potansiyelini eyleme geçirebileceği yanını temsil eder. Dişil güç, psişede yaratım potansiyeli taşırken, yaratımı eyleme dönüştüren ve ilerlememizi sağlayan güç erildir.

Persephone’nin yeraltında Hades tarafından verilen narı yemesi, onun ezoterik hafızasına yeraltındaki yaşantılarını unutmaması gerektiğini simgeler. Yeraltındaki üç nehirden biri olan Mnemosyne, “Hatırlama” nehridir ve nar ağacı bu nehrin suyundan beslenir. Bilincimize gelen her içerik sonrasında artık önceki benliğimizle aynı kişi olamayız; yaşadıklarımız unutulmaz ve her deneyim sonrasında bilinçte bir derinleşme ve bilgelik kazandırır.

Persephone’nin yeraltında yaşamaya başlaması ve oranın tanrıçası olması, bireyin kendi gölgesindeki cevherleri fark etmeye başladığının bir göstergesidir. Yılın altı ayı yer altında, diğer altı ayı ise yeryüzünde geçirecek olması, bilinç dışından bilincine kendi hazineleriyle geldiğini ve kendini bir bütün olarak kabul ederek bireyleşme sürecinde ilerlediğini belirtir. Birey olarak, ne sürekli bilinç dışı alanında ne de sürekli bilinçli alanda sabit bir şekilde yaşamak mümkündür; bu durum, kaosun içinden önemli bilgileri çıkartıp hayat yolunda ilerlememizi sağlar.

Eyleme geçemediğimiz ve kendimizi gerçekleştiremediğimiz zamanlarda, regresif bir şekilde anne arketipinin geriletici gücüne maruz kalırız. Psişede bu durum, gölge arketipinin, yola çıkmak isteyen kahramanı caydıran “anti-kahraman” etkisini ortaya koyar. Zeus’un kızı Persephone’u Hades’in kollarına bizzat atması, burada baba logosunun yani eril prensiplerin devreye girmesini sağlar. Psişemizde logos olmasaydı, mantıklı hareket edemez, kötüyü iyiden ayıramazdık.

Tanrı Zeus, bilincimizdeki bu farkındalığın devasa bir sembolüdür. Persephone, bu farkındalığa erişen, saf çocuktan bilgeliğe doğru yolculuk eden ve hepimizin kollektif bilincinden zaman zaman bilincimize yansıyan kahraman arketipidir. Bu hikayenin sonunda, Persephone’nin her iki diyara da gidip gelmesi, anne kompleksinin büyük ölçüde dağılması olarak yorumlanabilir. Artık yeraltı tanrıçası olduğu için, içindeki dişil özelliklerin, yani “Eros”un farkına varır ve annesi, onun için bir tanrıça rolünde kalmaz. Kendisindeki bu gücü ve potansiyeli fark etmesi, kendi hayatını kurma gücünü ona verir (Von Franz, 1964).

Psişemizdeki temel fonksiyonlar, eril, dişil, gölge ve persona olarak tanımlanabilir. Bu dinamikler, asla durağan değildir; sürekli geçişli ve hareket halindedir (Neumann, 1955). Hades, Persephone, Zeus ve Demeter önemli bir dörtlüğü sembolize eder; bu dörtlü, psişenin tamamlanma sembolüdür. Ruh, tin, zihin ve beden birer arketiptir ve hikayedeki karakterler, bu arketiplerin sembolleridir (Jung, 1964).
Bu bağlamda bahsi geçen tanrı ve tanrıçaları incelediğimizde, olağanüstü psişik bir düzenle karşılaşırız. Persephone ve Demeter’in anne-kız ilişkisinde, Persephone, Jung’un “Puella” yani çocuk tanrıça arketipini temsil eder. Tanrı ve tanrıçalar, kişisel bilinç dışımızda komplekslerimizi, kolektif bilinç dışındaki arketipsel alanları temsil ederler. Bilincimize gelmedikleri sürece, davranışlarımız, düşünce ve duygularımız onların elindedir. Bilincimize gelmeyen tüm bilinç dışı içeriklerle ya özdeşleşiriz ya da onları bir başkasına yansıtırız. Bu durum, benliğin yıkıcı gücünü, aslen telafi mekanizmasının devreye girmesiyle içerir; reddettiğimiz tanrısal bilgiyi bize sunarak kendimizle bütünleşmemizi sağlar (Von Franz, 1964).

Zeus, eril fonksiyonları, ayrıştırma, bozma ve gücü simgeleyen arketipsel bir imgedir. Karısı Demeter, dişil fonksiyonları, birleştirme, zorlukları yok etme, bereket ve bolluk özellikleriyle ortaya çıkar. Zeus ve Demeter’in evliliği, psikolojik yapımızda bu iki fonksiyonun dengelenmesini, Jung’un “Hieros Gamos” yani “kutsal evlilik” olarak adlandırdığı durumu temsil eder (Jung, 1964).

Hades ve Persephone’nin evliliklerini incelediğimizde, Hades’in gölge arketipi, Persephone’nin saf, masum çocuk arketipini yansıttığını anlıyoruz. Masum kızın aşırı koruyucu anneden ayrılıp kendi yolculuğuna çıkması için, benliğini ikiye bölüp bilinç dışında oluşturduğu gölgesiyle karşılaşması ve onu yer altından yer yüzüne çıkartması gerekir. Anne kompleksi ile mücadele eden kadının içsel sezgileri güçlü hale gelir. Kendi dişil imgeleriyle özdeşleşen birey, böylece hem yeraltında hem de yeryüzünde yaşayarak dengelenmiş bir psişik dinamik olarak ortaya çıkar (Neumann, 1955). Persephone, bilinç dışındaki animusuyla birleşirken, Hades de bilinç dışındaki animasıyla buluşmuş olur. Hades, Logos’un katı, bölücü ve yıkıcı unsurlarını ehliyetlendirirken, Persephone da Eros’un yıkıcı etkisinden kurtularak eril yanı ile bütünleşir (Von Franz, 1964).

Mitlerin içine daldığımızda, kendi içimizde var olan dinamiklerin binlerce yıl önce de var olduğuna, yani arketiplerin gücüne şahit oluruz. Kendimizi ve başkalarını yargılamanın ötesine geçerek, davranış ve seçimlerimizin temel fonksiyonlarını ve fonksiyonların ne amaç güderek hareket ettiğini, arketipsel alanların etkilerini, kısır döngülerimiz olan motifleri anlamaya başlarız. Tanrı ve Tanrıçaların yansımalarını kendi içimizde keşfettiğimizde, hayatımıza yön veren seçimlerimizin sonuçlarından çok nedenlerine odaklanır, kendi içimizde daha dengeli olmaya doğru yol alırız.

Kaynakça

1. Jung, C. G. (1964). *Man and His Symbols*. New York: Doubleday.

2. Neumann, E. (1955). *The Great Mother: An Analysis of the Archetype*. New York: Pantheon Books.

3. Von Franz, M.-L. (1964). *The Process of Individuation*. In *Man and His Symbols*. New York: Doubleday.

4. Fromm, E. (1976). *To Have Or To Be?* New York: Harper & Row.