Neden Rüya Görürüz?
Rüya görmek, evrensel bir deneyimdir ve rüya sırasında yaşananlar, uyanıkken karşılaştıklarımız kadar gerçek görünür. Rüyalar, ani zaman ve mekân değişiklikleri, gerçek dışı figürler ve yerlerle dolu olabilir. Kişi, kendi karakterinden farklı bir role bürünebilir veya yalnızca olayları izleyen bir gözlemci olarak kalabilir.
Rüyalar, REM (Rapid Eye Movement) evresi olarak bilinen uyku aşamasında meydana gelir ve psikolojik sağlık için gereklidir. Freud, rüyaların bastırılmış dürtülerin aniden ortaya çıkmasını engellediğini öne sürerken; Jung, rüyaların, insanın bilinçli ego perspektifini genişletip telafi ettiğini savunmuştur (Neumann, 1990).
Rüyalar, bilinçli yaşantımızda karşılaştığımız olaylara ve duygusal durumumuza bağlı olarak, bilinç dışından gelen ve arketipsel alanlarla temas halinde olan kişisel bilinç dışımızdan imgeler ve sembollerle zihnimizde belirir. Objektif psişe, bilincin reddettiği kaynaklara ulaşmamızı sağlar; bu durum, benliğin bilince gelme çabası olarak değerlendirilebilir (Jung, 1969). Arketipler, bilinçli yaşamımızı dengelemek amacıyla bize imgeler ve semboller sunar.
Rüyadaki imge ve semboller, rüyanın hikâyesini oluşturarak kişinin yaşam deneyimlerine paralel şekilde anlam kazanır. Doğru bir rüya tercümesi, bireyin bireyleşme sürecine katkı sağlar.
Rüya Analizinde Kişisel ve Kolektif Bilinçdışı Arasındaki İlişki
Kompleksler, kişisel bilinçdışının içerikleridir ve bilinç dışımızda birbiriyle ilişkili imgeler topluluğudur. Jung, kelime çağrışım testleriyle, komplekslere ait imgelerin varlığını keşfetmiştir (Hall, 1983). Jung, kelime çağırışım testinde, testi uygulayan kişinin belirli imgeleri duymasının ardından soruyu yanıtlamakta gecikmesi veya soruyu ıskalamasıyla komplekslere ait imgelerin varlığını keşfetti. Örneğin anne ile ilgili çağırışımlar kişinin anne kompleksi alanında kümelenmekteydi.
Arketipsel imgeler ise nesnel psişenin temel içerikleridir ve doğrudan gözlemlenemezler. Ancak, kompleksler üzerindeki etkileriyle görünür hale gelirler. Örneğin, evrensel bir anne imgesi olsa da, kişisel bilinç dışımızda bu imge kişiye özgü bir şekil alır.
Bunu bir kar kristaline benzetebiliriz. Tüm kar kristallerinin merkezinde bir altıgen mevcuttur. Ancak etrafında oluşan şekiller sonsuzdur. Yani bir kişinin rüyasında gördüğü bir imge anne temsiliyken, başka bir kişi için aynı içeriğe sahip değildir. Yani, tek bir imge herkes için anne temsili olamaz.
Rüyalar, arketipsel alanlardan gelen imgelerle birleşerek bilincimize ulaşır. Rüya analizi, bireyin yaşamında denge sağlamasına yardımcı olur.
Bilinçli Ego ve Rüya İmgeleri İlişkisi
Rüya analizi, rüya görenin bilinçdışı kişilik yapılarıyla tanışmasına ve nevrotik durumlarından arınmasına destek olur. Ego, benlik arketipi üzerinde yapılanır ve rüyalar aracılığıyla bilinçli egonun tek güç olmadığını fark etmeye başlar (Jung, 1969).
Yaşamın bir aşamasında Ego için sağlıklı olan bir yapılanma, yaşamın başka evrelerinde sağlıklı olmayabilir. Bu bağlamda bir ego imgesi, birey için sağlıklı olana yöneltmekten ziyade bireyleşmeye hizmet eder niteliktedir. Bireyleşme dinamik bir süreçtir. Örneğin, bir kişinin risk alması gereken yaşlar vardır. Bu ego yapılanması için gereklidir. Risk almaya yönelik kişiye özel imgeler rüyada belirdiğinde bu durumun her yaş için sağlıklı olduğundan bahsedemeyiz. Yaşlı bir kişide ya da genç de olsa kendini tehlikeye atmış bir kişide bu tarz bir rüya çoğunlukla uyarı maiyetinden gelir.
Komplekslerimiz, rüyalarımızda ego imgelerini belirler. Derin kimlik dönüşümü gerektiren bir durum bilinçli egonun seçiminde değildir. Ego, bilinç dışının sembol üretmesini yani karşıtların çatışmasına son verecek aşkın işlevin eylemini bekler. Klinik bir rüya çalışması imge ve semboller bilince entegre edilmesi ve danışanın psişesindeki dönüşüm süreci desteklenir.
Egomuz rüyalarımızda baskın kimliğimizle ortaya çıktığında, kendi ego imgesine zıt olan sevmediği veya eleştirdiği kişileri rüyasında görebilir. Bu kişiler özellikle hemcinslerse gölge karakterlerdir.
Bilinçli ego yapılanması geliştikçe, rüyalardaki ego kimliğimiz ve gölge kimliklerimiz de dönüşmeye başlar.
Rüyalar ve Bireyleşme
Rüyalar bir ülkenin bir bütün değil birbirine düşmanmış gibi davranan alanını bütün hale getirmeye, yani aradaki gerginlikten kaynaklanan nevrozu dindirmeye çalışır. Bu nedenle telafi edici niteliktedir.Rüyalar psikotik durumlarda istikrarlı bir ego oluşumuna katkı sağlarken, nevrotik durumlarda ise bireyleşme sürecine katkı sağlar.
Bireyleşme hali hazırda gerçekleşen bir süreçtir. Ancak rüyalar aracılığıyla ego, psişenin hareketlerini gözlemleme şansı bulur ve psişik alanın dönüşümünde bilinçli olarak rol alır. Bu sayede dönüşüm daha rahat gerçekleşir.
Nevroz belirtileri, sorumluluğunu almaktan kaçındığımız yaşam deneyimlerini bastırmamız sonucu ortaya çıkar. Karakter gelişimi yerine kişi kendini telkinle motive ederse bu durum kişiyi depresyona sokar. İçe dönmeye ihtiyaç varsa kişi bundan kaçıyorsa depresyon bir deva olarak gelir.
Nevrotik ego kendisinin bireyleşmeye aktif katılımını engelleyen ego imgeleriyle özdeşleşir. Dönüşüm için isteksiz bir ego kabuslar görür, başa gelen kazalar, fiziki semptomlar yaşar. Bireyleşme sürecine katılmak için elinden geleni yapan egonun dönüşüm süreci daha kolaydır. Rüya analizi, egonun fiksasyonunu da sağaltan bir özelliktedir. Rüyalar tekrar eden örüntülerimizi ortaya koyar ve tavrımızı değiştirme şansı verir.
Rüyalarda Kimlik Yapıları: Ego ve Gölge
Kimlik yapımız başlangıçta anneyle bütünleşik haldedir. Zamanla, aile ve kültürün etkisiyle kabul edilen ve edilmeyen davranışlarımızı fark etmeye başlarız. Bilincin aydınlattığı parçalar egomuzu oluştururken, karanlıkta kalan kimlik parçaları ise bilinçsizliğin gölgesinde, alter ego imgeleri olarak varlığını sürdürür.
Jung’a göre, “Gölge, bilinç tarafından tanınmayan kişiliğin karanlık yönüdür” (Jung, 1969). Gölge, potansiyel egodur; gölgede kalan kimliklerimiz, gelişmekte olan egonun potansiyel parçalarıdır ve bu nedenle kişisel kimlik özelliklerini sürdürürler. Reddedilmiş gölge parçaları bilince gelmek istediğinde kaygı uyandırabilir. Bu yüzden rüya analizi süreci, danışanın (analizanın) ego sağlamlığına bağlı olarak dikkatlice yürütülmelidir.
Gölge içerikler bilince entegre oldukça, egonun faaliyet alanı genişler ve dissosiyasyonla bölünmüş olan enerji bütünleşir. Jung, bu süreci “karşıtlarla yüzleşme ve entegrasyon” olarak tanımlar (Jung, 1953).
Gölge arketipi, erkekte eril, kadında dişil formda olabilir ve genellikle sevilmeyen, kıskanılan, nefret edilen veya korkulan içerikler olarak rüyalarda belirir.
Rüyalarda İlişkisel Yapılar: Anima, Animus, Persona
Ego kimliği, gölge parçaları özümsedikçe, rüyalarda kişiler arası arketipsel içeriklerle karşılaşmaya başlar. Bu içerikler arasında anima/animus ve persona yer alır.
Aile ve kültürün cinsel kimlik açısından uygun görmediği unsurlar, bireyde zıt cinsel imgeler etrafında kümelenir. Kadınlarda bu, eril animus; erkeklerde ise dişil anima şeklinde ortaya çıkar. Jung, anima ve animustan yabancılaşmanın ruh kaybına yol açabileceğini belirtmiştir (Jung, 1981).
Anima ve animus, bireyin ruh imgeleridir ve bu arketiplerin amacı benliğe hizmet ederek bilinçli alanı genişletmektir. Kadın ve erkek, yaptıkları yansıtma yoluyla kendi gölge içerikleriyle yüzleşir ve zamanla bu yansıtma geri çekilir. Böylece birey, kendi içeriklerini tanıyarak bilince getirir ve ruhsal alanını genişletir.
Anima ve animus rüyadaki çocuk, ergen, yetişkin, bilge vehçeleriyle iyi ve kötü formlarda çeşitlilik gösterir. Bilinç seviyesi hangi cinsiyet formundaysa, bilinç dışındaki içerik tersidir. Örneğin, bilinçte çocuk bir dişil form varsa, bilinçdışı zorba bir eril animus olarak yansıtılır veya rüyada bu formda karşısına çıkar.
Persona, dış dünyayla kurulan ilişki fonksiyonumuzu temsil eder ve bir maskedir. Gelişmekte olan ego, çeşitli rolleri benimser ve baskın kimliklerle bir dereceye kadar özdeşleşmesi normaldir. Sağlıklı bir ego, farklı rollere girmekte zorlanmaz. Ancak, aşırı persona gelişimi, yetersiz persona gelişimi ve personayla özdeşleşme gibi sorunlar ortaya çıkabilir.
Referanslar
– Jung, C. G. (1969). The Archetypes and the Collective Unconscious. Princeton University Press.
– Jung, C. G. (1953). Psychology and Alchemy. Princeton University Press.
– Hall, J. (1983). *The Jungian Experience: Analysis and Individuation*. Inner City Books.
– Jung, C. G. (1969). The Archetypes and the Collective Unconscious. Princeton University Press.
– Jung, C. G. (1981). Aion: Researches into the Phenomenology of the Self. Princeton University Press.
– Neumann, E. (1990). The Origins and History of Consciousness*. Princeton University Press.