Bir yerde gökyüzünde bir şimşek çakıyor. Kimse görmemiş bu şimşek çakmamış mı demektir? Bu fenomen için iki bakış açısı vardır; varoluşçuluk ve yapısalcılık. Yapısalcılık post-modernist subjektif algıya önem verirken varoluşçuluk Jung alanının temelini oluşturur. Varoluşçuluğun temelinde nesnel bakış vardır. Fenomenlerin ortaya çıkmasının özündeki manaya bakılırken, yapısalcılık olayların kişinin gözünden anlamına odaklanır.
Yaşamdaki düşünce, davranış ve seçimlerimiz, arketipsel apriori modeller üzerinde bireysel hale gelir. Bu durumu şu şekilde izah edelim; Bir müzik bestesi vardır notalar belirlidir. Farklı müzisyenler farklı yorumlar katsa da notalar aynıdır. Arketipsel alanlar da böyledir. Yani bir alanın gerçek, temel dokusuna ve anlamına odaklanırız. Fakat bir müzisyen düşünün, orijinal notaları bozmuş olsun. Artık gerçek notalarla bağlantımız kesilmiştir. Ana içeriğe ulaşamaz hale geliriz. Kişisel, egosal bilincin tutumu bu şekildedir. Gerçeği değiştirir ve benliğin doğasından saparak insanlara, olaylara bakar.
Bir rüya imgesine öznel bakışımızı yansıtırsak ona yorum katarız. Tıpkı müzisyen örneğindeki gibi. Eğer çevirisini yaparsak, objektif gerçeklikle ilişki kurarız. Mİchelangelo’yu hatırlayalım, “varolanı bulmak için taşı yontuyorum” demiştir. Rüya analizi süreci de benzer bir süreçtir.
Psişik sistemimiz kapalı (entropik) bir sistem değildir, tersine negatif entropik sistemdir. Yani, şişemiz imge ve sembollerle kendini sürekli yenileme ve doğurma halindedir. Dünyada yaratılmış her şey bir imgenin eseridir. İmgeler maddeyi doğurur. Psişe için imge ve semboller enerji üreticileri ve taşıyıcılarıdır. Bir insanın psikolojiğkman sağlıklı olup olmadığı şişesinin ürettiği sembollerle ölçülebilir.
Mesela depresyon döneminde imge üretimi kısıtlanır. Obsesyon ve takıntılar, bir imge üzerinde fiksasyondur. Örneğin blumik ya da anoreksik bir kişi “zayıf vücut imgesi”ne takılı kalır. Sıkılmak geçici süreliğine imge üretememektir. imge üretememekten kaynaklanır. Can sıkıntısı yaratıcılığı beraberinde getirir.
Freudiyen psikanalizde imgelerin çevirisi değil yorumuna önem verilirdi.
Mesela rüya gören kişiye gördüğü imgeyle ilgili ne düşündüğü, ne hissettiği ile ilgili çağırışımları sorulurdu. Jung, çağırışım testinde bir imgeyle çağırışımsal yani öznel bağlantının kişinin kompleksine dokunacağını saptamıştı. Eğer tek yaptığımız bu imgeleri kişisel olarak yorumlamaksa, rüya görmemizin ne anlamı var? İmgelerin transformatif özelliklerini katletmek istiyorsak, onlara kişisel anlamlar yüklememiz yeterlidir!
Bir danışanım tekrar eden rüya serisinde satıcı bir kadın görüyordu. Satıcı kadın ona eski bir hatırasını hatırlattı. Kavgasını. Bu bizi bir yere götürmez. Buradan yola çıkarak imgenin çevirisini yapamayız. Bireysel yaşantısında böyle biri olup olmadığını sormamız gerekir. Karakterini sorduğumda öfkeli ve iğneleyici bir kadın olduğunu ifade etti. Hemcinslerimiz gölge içeriklerdir. Bilinç dışında, görmek istemediğimiz kimliğimizi temsil eder.
Bir İmgeyi Objektif Bakış Açısıyla Ele Almak Ne Demektir?
İmgenin kökeni nedir? Dominantı ve kısıtlamaları nelerdir? Kısacası imgenin oryantasyonu nedir? Rüya görenin rüya imgesiyle oryantasyonunu, yani arketipsel alanla dengesini ve uyumunu anlamak için ona sorular sorarız. Mesela, rüyada kendisini çıplak görmek, kış ayında yazlık kıyafetlerle görmek, incinebileceğimiz, kırılgan bir yönümüzü temsil eder. Rüya gören Karda yazlık giymek normal diyorsa, ya da sokakta çıplak gezmekte sorun yok diyorsa, kişi uygunsuz durumlarla gereksiz bir barışıklık içindedir. Burada bir kompleks vardır. Bu durumu bireysel özgürlük olarak yorumlarsak imgeyi yok ederiz. Bu uygunsuz durum bilince getirilmelidir.
Objektif rüya çevirisi, alçakgönüllülükle ve mütevazilikle yapılması gereken bir süreçtir. Gerçek bilgelik “bilme” halimizi askıya alarak “bilmeme” halimizi yaratıcı bir gerginlikte korumamızla gerçekleşir. Analist “güç kompleksine” tutulabilir. Gerçeği biliyorum tavrı bazılarımızda daha güçlü olabilir. Rüyanın başından sonuna kadar, henüz bir şey bilmiyorum tavrımızı korumamız gerekir. Yoksa, belirli bir sonuca erkenden vararak gerçek notalara ulaşamayız. Kendi yorumumuzla objektif psişeyi sislendiririz.
İmgelere uyanık yaşamda da öznel anlam veririz, yani projeksiyon yaparız. Jungiyen psikanalist Yoram Kauffmann’ın verdiği köpekbalığı ve vatos örnek imgelerini düşünelim. İkisi de derin ve karanlık suların hayvanlarıdır. İnsanlar hayvanlara kendilerinde görmek istemedikleri kötü özellikleri görürler. Onları karanlık ve derinler tutmaya devam etmek isterler. Her iki hayvanında gerçekte tehlikeli özellikleri vardır.
Ancak oryantasyonel yaklaşımla imgelere baktığımızda objektif doğalarının aslen farklı olduğunu görürüz. Köpekbalıklarının bazıları insanlara saldırırken ve çoğundan uzak durmamız gerekirken bir vatoz çok narin bir hayvandır. Planktonlarla beslenir. Kendisine saldırıldığında kollarını kullanır ve düşmanını boğmaya çalışır. Köpekbalığına yapılan projeksiyon doğruyken vatoza yapılan hayvanın doğasını anlatmaz, saptırılmıştır.
Klinik çerçevede bakalım iki imgeye. Biri köpekbalığı gördüğünde, bireyin bilincine getirmesi gereken, bilinç dışının tehlikeli bir içeriğini temsil eder. Analiz yaparken analizanla etkileşimde olduğumuzdan bu uyarıyı ilişkimiz boyutunda da ele almamız gerekir.
1- İmgeye nesnel yaklaşım
2- Rüya egonunu ve gerçek egonun imgeye yaklaşımıyla oryantasyonu anlamak
3- Analizanla olan ilişkimizde bu dinamiği anlamaya çalışmak. Analizanın bana yansıttığı nedir?
Köpek balığına sempati duyuyorsa korkması gerekirken korkmuyorsa, bilinçli ego bu durumla baş etmeye hazır değil demektir. Bizim en önemli sorumluluklarımızdan birisi de, danışanın egosal durumunu dikkatle ele almaktır. Biz objektif gerçeği görsek de bunu rüya görene empoze edemeyiz.
Uyuşturucu bağımlılarının çoğunun köpekbalığı gördüğü gözlemlenmiş ampirik deneylerler. BU kişiler çoğunlukla terapiyi bırakırlar.
Eğer bir vatozdan bir kişi aşırı korkuyorsa bu ne demektir? Bir imgeye verdiğimiz tepki, kompleksimizin büyüklüğünü ele verir. Verilen kişisel tepkiler, bireyin imgenin arketipsel doğasından ne derece uzaklaştığını gösterir!
Peki kişi gördüğü bir imgenin tehlikeli olup olmadığını bilmiyorsa, yani bu imgeyle daha evvelden karşılaşmamışsa bu ne anlama gelir? Jung şöyle der; “Ego bilmeyebilir ama psişe imgenin ne anlama geldiğini çok iyi bilir.”
Analist imgenin anlamını bilmiyorsa ne yapacak? Araştıracak! Nesnel araştırma yapmamız, analizandan karşı aktarım yani projeksiyon almamızı engeller.
Her imge bir arketipsel alnının elçisidir. Bu nedenle kendine has dominantlara ve sınırlara sahiptir. Bir imgeyle karşılaştığımızda, imgenin dominantı ve sınırları nedir bilmemiz gerekir.