Jung’un biyografisini yazan çeşitli uzmanlar olmuştur. Deidre Bair’in yazdığı en son zun ve detaylı bir Jung Biyografisi vardır. Jung’un kısmi biyografisini ele aldığım bu yazıda kullandığım kaynak psikoloji tarihçisi ve Kırmızı Kitap’ın editörü Sonu Shamdasani’nin Jung biyografisidir.
Carl Gustav Jung, 1875 İsviçre, Kesswill kasabasında doğmuş -1961 yılında İsviçre, Küsnaht’ta yaşamını tamamlamıştır. Jung Analitik Psikoloji’nin kurucusudur. 1895’te Basel’da Tıp eğitimi aldıktan sonra 1900’de psikiyatrist olarak Burghölzli Psikiyatri Hastanesi’nde göreve başladı. 1902’de Doktorasını tamamladı. (Okült Fenomenler ve Psikoloji ve Patolojiyle Bağlantıları). 1903’te Emma Rauschenbach ile evlendi. 1905’te Zürih Üniversitesi’nde Doçent Dr. olarak çalışmaya başladı. 1900’de psikiyatrist olarak Burghölzli Psikiyatri Hastanesi’nde göreve başladı. Yanına asistan olarak geldiği Prof Bleuler ile birlikte Burghölzli Psikiyatri Hastanesi psikanaliz alanında ilerlemelerin merkezi oldu. Ünleri Almanya’ya sıçradı.1905’te Zürih Üniversitesi’nde Doçent Dr. olarak çalışmaya başladı.
Freud’la 1907 tarihinde tanışır. 1907’ye kadar Jung Burghölzli Kliniğinde hipnozla ilgili çalışmalar yapmıştır. Terapötik ilişki üzerinde araştırmalarını arttırır. Hastayla klinik karşılaşmaları araştırma metodu olarak kullanmaya başlar.
1909 yılından itibaren, Jung mitoloji, karşılaştırmalı dinler tarihi, antropoloji ve folklor gibi alanlarda derin incelemeler yapmaya başladı.
1910’da Hastanedeki görevinden ayrıldı ve kendi ofisinde çalışmaya başladı. Analitik psikoloji nin temellerini kendi ofisinde başlattığı çalışmalarla attı. Kelime testiyle komplekslerin tetiklenmesini verilen süre bazında tepkilerle ölçtü.
Freud ve Jung İkisi de farklı entellektüel alt yapılardan gelmiş olsalar da psikoterapi gibi ortak bir alanda buluşurlar. Fakat Jung o vakte kadar deneysel ve istatistiksel yöntemlerin sınırlamaları karşısında giderek daha fazla hayal kırıklığına uğramaktaydı.
Freud ve Jung arasındaki çatışmanın en büyük nedenlerinden biri, Freud’un asla kabul etmediği, Jung’un Libido’nun tanımı, mitolojik unsurların psişe dinamikleri ve arketiplerle bağlantısını teorik anlamda bir araya getirdiği kitap nedeniyle olur. Bu kitapta Jung libidoya ilişkin yeni teorisini açıkladı. Jung’a göre mitler Libidonun sembolüydü ve onun tipik hareketlerini tasvir ediyordu.
Jung‘un mitolojik araştırmalarının sonucu Libidonun Oluşumu ve Dönüşüm Sembolleri kitabını yazması Freud’la arasının fazlaca açılmasına neden oldu. Burada Jung ondokuzuncu yüzyıl filogenetik (morfogenetik) – mitolojik öğeler barındıran kolektif katman teorilerini bu kitapta sentezlemişti.
Bu kitabın ikinci yarısını, tamamen kendisini karşı çıkılacağını bildiği halde arketiplerin bilince etkisi üzerine ayırdı. Kitabın temeli, Jung’un Bilinç Dışı ve Arketiplerle ilgili ilk karşılaşmalarından alır (Anılar Düşler ve Düşünceler kitabında da anlattığı deneyimleri ilk karşılaşmalardır – Tanrı’nın Tahta Oturması / Kukuletalı İmge) Kara Kitaplarda da bu kaynakları imgesel ve arketipsel olarak kullanmıştır.
“Dönüşüm Sembolleri” kitabının 2. yarısını yazmak Jung için sancılı olmuştur. “Anılar” biyografisinde o dönemden şöyle bahsede;
“ O kadar gergindim ki, duygularımı yoga pratiğiyle elimine ediyordum. Fakat kendimde olan biteni anlamak ana amacım haline gelmişti. Yogayı Sakinleşene kadar yapıyor ardından bilinç dışımla ilgi çalışmalarda kendimi kaybediyordum.”
Kırmızı Kitap’ın temelini oluşturan Kara Kitaplar’a yazdığı fantezileriyle ilgili şunları ifade etmiştir;
“İlk olarak, gözlemlediğim şeyleri “yüksek uçan dil” ile formüle ettim, çünkü bu arketiplerin tarzına karşılık gelir. Arketipler yüksek retorik tarzında, hatta tumturaklı konuşurlar. Bu üslubu utanç verici buluyorum; sinirlerimi bozuyor … ama ne olup bittiğini bilmediğim için, her şeyi bilinçdışının seçtiği üslupla yazmaktan başka çarem yoktu.”
Jung, Freud ile kişisel ilişkisini 1913 yılında kesmiştir. Freud 21 Eylül’de Alphonse Maeder’e Jung’un ‘iyi niyetinden’ şüphe duyduğunu belirten bir mektup yazmıştır.288 Maeder bunu Jung’a iletmiş, o da Freud’a Jahrbuch’un editörlüğünden istifa ettiğini belirten bir mektup yazmıştır.
1925 yılındaki seminerinde Jung, fantezilerini Kara Kitaplar’a yazarken meydana gelen önemli bir olayı anlatmıştır. Bir keresinde ne yaptığını merak etmiş ve bunun bir “sanat” olduğunu söyleyen bir ses duymuştur. Bu onu şöyle düşünmeye itti: “Belki de bilinç dışım ben olmayan ama benim gibi olan bir kişilik oluşturuyor.”
Jung 13 Aralık’ta şu kararlı adımı attı uyanıkken fanteziler uyandırmaya ve bunları detaylandırmaya başlamıştı. Eğer Siegfried rüyası gerçekten bilinçdışıyla yüzleşmesini sona erdirmiş olsaydı, bunun kritik aşaması sadece bir hafta sürerdi – bir “yeraltı dünyasına iniş” için oldukça kısa bir süre. Jung’un bu rüyanın tatmin edici bir sonuca ulaştığını belirttiği herhangi bir yer bulamadım, ki bu da “bilinçdışıyla yüzleşmeye” yeni başladığı için tuhaf olurdu.
Jung, 1914 yılı boyunca düzenli olarak kendi üzerinde deneyler yapmaya devam etmiştir. Muayenehanesini ve tam profesyonel faaliyetini sürdürdü ve boş zamanlarında kendini kendi ruhsal gelişimini incelemeye adadı.
Gerçekte, ancak savaşın patlak vermesinden sonra Jung geriye dönük olarak fantezilerinin önceden bilinebilir olduğunu görmüştür. Bu farkındalıktan sonra Jung Kırmızı Kitap’ı yazmaya başlamıştır. Savaşın patlak vermesi onu bazı fantezilerinin önceden bilinebilir olduğuna ikna etmişti. Anılar’da belirttiği gibi, “Ne olduğunu ve kendi deneyimlerimin genel olarak insanlığın deneyimleriyle ne ölçüde örtüştüğünü anlamaya çalışmalıydım”.
Bair, Kırmızı Kitap ‘ın Salome, Elijah ve Philemon fantezilerinin varyasyonlarını içerdiğini iddia etmiştir. Jung’un “tüm” içsel figürlerinin Goethe’nin Faust’undan kaynaklandığını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Bu doğru değildir: Memories ‘in okunması bu iddiayı çürütmek için yeterlidir, çünkü Jung Goethe’nin Faust’unda geçmeyen Ka ve Atmavictu gibi figürlere atıfta bulunur (İlyas ve Salome’den bahsetmiyorum bile) ve asıl metin çok daha fazlasını içerir.)
Jung 1916 yılında “Ölülere yedi vaaz” adını verdiği bir eser kaleme almıştır. Anılar’da Jung, “ölülerle yaptığım bu konuşmalar, bilinçdışı hakkında dünyaya iletmek zorunda olduğum şeyin bir tür başlangıcını oluşturdu: genel içeriğinin bir tür düzen ve yorum modeli” diye belirtmiştir. Metin, edebi ve sembolik bir üslupla yazılmış bir psiko-kozmolojinin ana hatlarını sunmaktadır. Bair, bunun bir kişisel gelişim ders kitabı gibi olduğunu belirtmiştir ki bu tuhaf bir tanımlamadır.
Sermoneler birdenbire kendiliğinden ortaya çıkmıştır.317 Gerçekte Sermoneler , Jung’un Kara Kitaplar ve Kırmızı Kitap’ta yavaş yavaş üzerinde çalıştığı noktaların bir ön sentezini sunmuştur.
Anılar’da Jung, bu eserin ortaya çıkış koşullarını şu şekilde anlatmıştır:
“Pazar günü öğleden sonra saat beş civarında ön kapının zili çılgınca çalmaya başladı. Aydınlık bir yaz günüydü; iki hizmetçi mutfaktaydı ve ön kapının dışındaki açık meydan buradan görülebiliyordu. Herkes hemen orada kimin olduğuna baktı ama görünürde kimse yoktu. Ben kapının zilinin yanında oturuyordum ve zilin sesini duymadım ama hareket ettiğini gördüm. Hepimiz sadece birbirimize baktık. Ortam çok yoğundu, inanın bana! O zaman bir şeyler olması gerektiğini anladım. Bütün ev sanki ruhlarla tıka basa dolu bir kalabalık varmış gibi dolmuştu.
Kapıya kadar dolmuşlardı ve hava o kadar yoğundu ki nefes almak neredeyse mümkün değildi. Kendime gelince, sorduğum soruyla titriyordum: “Tanrı aşkına, bu da ne böyle?” Sonra koro halinde “Aradığımızı bulamadığımız Kudüs’ten geri döndük” diye bağırdılar. Bu, Septem Vaazları’nın başlangıcıdır.”
Afrika’ya ve Mısır’a gitmiş oradaki insanların alışkanlıkları, davranış ve yaşantılarının Batı insanınkiyle kolektif bilinç dışında ortak arketipsel alanları keşfederek çalışmalarına entegre etmiştir.