Kolektif Bilinç Dışı
ve Arketipler

Bilinç yokken
ormanın
ruhu vardı.

Kendimizi bir ağaca benzetelim. Ağacın üst kısmını bilincimiz, alt kısmı yani köklerin de kişisel bilinç dışımız, köklerin bağlı olduğu toprak anayı da kollektif bilincimiz olarak görelim. Ağacımızda henüz tam olmamış meyveler olduğunu ve bu meyvelerin her birinin bize ait otantik ve değerli parçalar olduğunu düşünelim. Nasıl bir ağacın meyveleri ağacın kökünden aldığı besinle büyüyor ve olgunlaşıyorsa ve ağaç bu sayede verimli hale geliyorsa, bizler de bilinç dışımızda keşfedilmeyi bekleyen gölge kişiliklerimizi keşfedip onları ağacın meyveleri haline getirmemiz gerekir. Ancak bu sayede Jung’un “benlikle bütünlenme” dediği erginleşme sürecini gerçekleştirebiliriz. Freud, bilinç dışının unutulmuş veya bastırılmış içeriklerin olduğu fonksiyonel, kişisel bir alan olarak tarif ederken, Jung bu içeriklerin olduğu alana kişisel bilinç dışı, daha derindeki alana kollektif bilinç dışı adını vermiştir.

Arketipler insanlığa ait “ilksel veriler” dir. Yani insanlığı primitif zamanlarından bu yana insana ait olan dürtü, davranış, düşünce ve komplekslerin tümünü barındırırlar. Ağaç benzetmesinden yola çıkarsak, arketiplerin ağacımızın köklerini besleyen verimli su kaynakları gibi etkileri olduğunu söyleyebilirim. Jung’un, “bilinç yokken ormanın ruhu vardı” ifadesi, arketiplerin çok ilkel zamanlara ait olduğunu vurgular ve modern insanın bilincinin gelişmesiyle, bilinç dışı unsurların çoğaldığını anlatmaya çalışır.

Eril ve Dişil Arketipler ( Anima ve Animus)

Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi, arketipler psişik enerji alanımızda bizi canlı tutan temel fonksiyonlardır. Temel arketip “benlik” arketipidir. Benlik evrendir, Tanrıdır. Diğer tüm arketipler BENLİK arketipinin yansımalarıdır. Bu arketipin 2 ana yansıması Anima ve Animus, yani dişil ve eril arketipleridir. Erkek de olsak kadın da, “Eros” yani dişil enerji sezgisel, birleştirici, sınırları ortadan kaldıran yaratıcı, bereketli yanımızdır. “Logos” eril, harekete geçiren, ayırıcı, ayırt edici, düşünsel yanımızdır Yani, ağacımızın kökleri olan bilinç dışımız dişil ve eril enerjinin etkisindedir. Eğer bir birey olarak bu iki yanımızı bilinçli olarak keşfedemezsek, kendimize ait olan fakat bir sebeple bastırdığımız özelliklerimizi gün yüzüne yani bilincimize çıkartamayız.

Benliğimizi ikiye bölünmesi, bilinç ve bilinç dışımızda farklı arketiplerin olmasına neden olur.

Arketipler mit ve masallarda çok açık bir şekilde ortaya çıkar. Ağacımızda olgunlaşmaya hazır bir meyvenin gerekli köklerden aldığı besin gibi, kendimize ait ortaya çıkmasına hazır olduğumuz değerli parçamız da masal ve hikayelerdeki karakterler aracılığıyla bize kendini hissettirmeye başlar. Bu nedenle, kendimizi keşfetmemiz için mitolojik hikayelerin ve masalların içine girmemiz gerekir.

Arketipler bilincimize yansımadığı sürece bizi etkisi altına alırlar ve bilinç dışımızda kompleksler yaratırlar. Bilinç dışımız Jung’un “gölge” olarak ifade ettiği alandır. Benliğimizi ikiye bölünmesi, bilinç ve bilinç dışımızda farklı arketiplerin olmasına neden olur. Önemli olan, gölgede kalmış ve bize hükmeden arketiplerin ve bu arketiplerin yarattığı kompleks bulutlarından zamanla arınabilmemizdir. Bunun için, sadece bilincimizdeki nesnel durumlarla değil, bilinç dışımızda yatan unsurlarla da temas etmemiz gerekir.

Bilinç dışımız keşfedilmediği sürece, dış dünyada başımıza gelen şeyler için nedenler ararken “kurban – kurtarıcı – zorba” temel arketiplerin etkisinde, yani kimi zaman bu arkeitplerle özdeşleşerek, kimi zaman da insanlara yansıtarak kısır döngüde bir yaşam süreriz. “Jung’a göre modern dünyanın sıkıntısı ve nevrozun kaynağı, bastırılmış cinsellikten öte, ‘ruhun yitirilmesi’ ve ‘kutsal olanı algılamadaki yetersizlik’ti.

Yitirdiğimiz ruhumuzu, kollektif bilinç dışından bilincimize yansıyan arketiplerle yeniden keşfedebiliriz.