“Narsizm nedir?” ve “narsizmin nedenleri nelerdir?” sorularının cevaplarını tam olarak anlayabilmemiz için öncelikle narsizm arketipsel alanının içeriklerini ve işleyiş şeklini anlamamız gerekir. Çünkü, insan psişesinin dinamiklerine ve arketipsel alan konusuna aşina olmadan Narsismin dinamiklerini kavramak zorlaşır. Bu konuları açmadan evvel psişenin işleyişini kavrayabilmek için öncelikle analitik psikolojinin kurucusu Carl G. Jung’un kolektif bilinç dışı ve arketiplerin keşfiyle ilgili sürecinden kısaca bahsetmemin bir temel oluşturacağına inanıyorum.
Arketipsel alanlar, evrensel ve her canlıya ait olan ilksel (arkaik) en temel bilgilerin depolandığı kolektif bilinç dışına ait, insana ve tüm canlılara ait davranışların depolandığı psişik enerji alanlarıdır. Tamamen kolektif bilinç dışına ait olan bu alanların varlığına ait kanıtlar ilk olarak İsviçreli psikanalist Carl Gustav Jung tarafından 1930’larda ortaya konulmuştur. Kolektif bilinç dışının varlığı, insan psişesinin sadece kişisel bilinç dışından (bireysel geçmişten) ibaret olmadığı ve “bilinç dışı temizliğinin” mümkün olmadığını gözler önüne serer. Yani kişi sadece bireysel travmalarını bilincine getirerek bütün bilinç dışı içeriklerini bilincine getiremez. Yaşam enerjisinin yani libidonun, yaratıcılığın akışı için, psişedeki çatışma bir şekilde daim olmak zorundadır. Psişedeki bu durgunluk, bilincin tek yanlı tutumunu, devam ettirir. Kolektif bilinç dışının dinamiklerini anlamak, tutunduğumuz personaların sadece bize ait olmadığını, etkisi altına girdiğimiz arketipsel alanlar olduğunu anlamamızı sağlar.
Kolektif bilinç dışının varlığı Jung’un çocukluk dönemlerindeki hayal gücünün etkisiyle kendini göstermiş, daha o dönemlerde kendisinin 2 ayrı kişiliğinin olduğu kanısına varmıştır. 1 numaralı kişiliği insanların onu sadece gözlemlediği şekilde bildiği, 2 numaralı kişiliğinin de sadece kendisinin düşünceler, hisler ve sezgiler yoluyla anlayacağı bir kişilik olduğu şeklinde bir tasviri vardır.(1) Yetişkinlik döneminde, 1900 ve 1911 yılları arasında Burghurzli Hastanesinde şizofreni hastalarıyla çalıştığı dönemde, birbiriyle etkileşimi ve entellektüel çalışmaları olmayan bu hastaların ifade ettikleri imge ve sembollerin ve rüyalarındaki ortak imgelerin “kolektif” alandan geldiğini öne sürer. İnsanların atalardan miras kalan içgüdülerle yaşadığını iddia eden, cinsel ve agresif dürtülerin kaynağı olan kişisel bilinç dışının varlığından ötesini kabul etmeyen Freud’la Jung’un arası Jung’un 1912’de “İnsan ve Sembolleri” adlı kitabı yazmasıyla tamamen kopma noktasına gelir. Bu kopmanın ardından ve 1913 yılında kıtaların kan gölüne döndüğü vizyonların gelmesine başlamasıyla Jung, büyük çoğunluğunu kendisinin geliştirdiği aktif imgelem (2) tekniğiyle, kolektif bilinç dışındaki arketipsel alanların temsili olan imgelerin ve kişisel kompleks alanlarının bilincine getirmek için Kırmızı Kitap’ı (Liber Novus) yazmaya başlar.
Bilinçdışı, farkında olmadığımız düşünceler, duygular ve anıların bulunduğu bir alandır. Jung’a göre, kişinin bilinç dışındaki unsurların farkına vararak bu unsurları entegre etmesi, bireyleşme yönünde kritik öneme sahiptir. Jung, bilinç dışı içeriğin bilinçli ego tarafından kabul edilmesi ve bilince entegre edilmesi gerektiğini ifade eder. Yani, kişinin, gölgesini (kendi içindeki karanlık yanları) tanımadan kendisiyle bütünlenemeyeceğini söyler.(3) Narsistik bireyler genellikle kendi gölgelerini (aşağı yönlerini) tanımakta ve kabul etmekte güçlük çekerler, bu da onların kendilerini idealize etmelerine, personalarına saplanmalarına yol açar. Kendini idealize eden kişinin en önemli özelliği, kendini her koşulda haklı görmesidir. Bir narsistin en belirgin diğer özelliği ise, kişinin haklı olduğunu kabul ettirebilmek için duygusal yönden kurbanını manipüle ederek, yani narsiste karşı çıkan kişinin kendi duygu ve düşüncelerinden şüphe etmesine hatta bir süre sonra kendini suçlamaya başlamasına neden olabilmesidir.
Narsist kendini “kurban”, hakkını arayanı “zorba” olarak görür. Ancak bunu yaparken zorbaya dönüştüklerinin asla farkına varamazlar. Kendisinin haksız, aşağıda, altta görünmesine tahammülü yoktur. Bu nedenle, reddettikleri değersizlik ve aşağılık hislerini (gölge içeriklerini) bir başkasını yansıtır.
Narsist kişi, “gerçek kurbanın” hayatını kendi duygusal, fiziksel veya maddi çıkarları yönünde kullanarak “kendine ait değerli olma duygusunu” geri almaya çalışır. Bu davranış şekli, “narsizm ya da narsistik kurban arketipsel alanının” paternleri yani döngüleridir.
Persona, bireyin toplum içerisindeki rolünü ve sosyal maskesini temsil eder. Narsist bireyler, çoğu kez bu maskeyi gerçek benliklerinden ayıramazlar. Persona, bireyin kendisi ve dış dünya arasında bir aktördür. Ancak, kişi bu maskenin ardındaki aşağı gördüğü parçasını bilincine getirmediği sürece, içsel bir bölünme devam eder.(4) Narsistik bireyler, sosyal maskelerini kendi gerçek benlikleri olarak algılarlar ve bu durum, kişisel gelişimlerini ve gerçek benliklerini fark etmelerini engeller.
Bireyleşme, kişinin kendi potansiyelini tamamen gerçekleştirdiği ve kendi benliğiyle bütünleştiği bir süreçtir. Bu, sağlıklı bir narsizmin ifadesidir. Narsizm genellikle bu bireyselleşme sürecinin tersi yönünde bir hareket olarak görülür; Narsizm, bireyin kendini aşmak yerine kendine saplanıp kalmasıdır. Narsizmi yalnızca bir abartılı özseverlik olarak değil, kişinin içsel çatışmalarından ve bilinçdışının karanlık noktalarından kaçış olarak da görmemiz gerekir.
Bu tarz bir kişilikle yaşamak, böyle kişilere maruz kalmak asla kolay değildir.
Bir narsistin hayatımızı yönetmelerine izin vermemek için öncelikle kendi “gölge parçalarını” bilincine getirmemiz, yani içinde bulunduğumuz arketipsel alanı zaman içinde değiştirebilmemizle mümkündür.
Aktif imgelem tekniği ve rüya analizleri, kendimize ait olanı hayatımıza dahil etmemizle birlikte, uzun zaman evvel enerji alanına girdiğimiz narsist ve kurban arketipsel alanlarının etkisinden çıkabilmemize olanak sağlar.
“Narsistik kişilik bozukluğu olan kişilerin başkalarının değil de benim hayatımın bir parçası olma sebebi nedir?” diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu konuyla ilgili paylaşımlarımı bir sonraki yazımda aktaracağım.
(1) “Anılar, Düşler, Düşünceler” (Carl G. Jung, s.23)
(2) “Jung’un kompleks psikolojisi, öğreten ve iyileştiren niteliğiyle imgeyi psişenin temel unsuru haline getirir. Daha sonra Mundus Imaginalis’e (Kolektif Bilinç Dışına) erişimimizi sağlayan Aktif İmgelem pratiğini hediye eder.”(Tom Cheetham, All the world an Icon, p. 209)
(3) Jung, 1953, “The Collected Works,” Vol. 9
(4) Jung, 1953, “The Collected Works,” Vol. 7