Friedrich Nietzsche’nin felsefi düşüncelerinde Sokrates ve Platon’un estetik anlayışlarının Trajedya’nın yıkımına katkıda bulunduğuna dair keskin eleştiriler bulunmaktadır. Nietzsche, özellikle Sokrates’in rasyonel ve analitik yaklaşımının, Trajedya’nın irrasyonel ve duygusal doğasını ortadan kaldırarak, ona zarar verdiğini savunur. Bu makalede, Nietzsche’nin Sokrates ve Platon’a yönelik eleştirilerini, estetik anlayışlarının trajedyanın yıkımı üzerindeki etkilerini inceleyerek, sanatta dengenin önemini vurgulanırken, Apollon’un diyalektik ile bağlantısı, Nietzsche’nin kader anlayışı ve Apollonyen – Dionizyen karşıtlığı üzerinden insan egosu ile kader ilişkisi ele alınacaktır. Bu başlıklar altında Nietzsce’nin felsefesinin Jung’un analitik psikoloji ekolünü nasıl etkilediği de ön plana çıkarılacaktır.
Nietzsche’nin Sokrates Eleştirisi
Nietzsche, Platon’dan Sokrates’i “Kiklopik gözlü” olarak nitelendirerek eleştirir. Kikloplar, tek gözlü devler olarak bilinir ve bu benzetme derin bir metafor taşır. Tek bir gözün sınırlı algısı, Sokrates’in de derin bir estetik anlayıştan yoksun olduğunu ima eder. Nietzsche’ye göre, Sokrates “Dionysos’un uçurumlarına zevkle bakmaktan mahrum bırakılmıştı” (Nietzsche, 1872, s. 45). Bu ifade, Sokrates’in trajedyanın derinliklerini ve kaotik doğasını algılayamamasına yönelik bir eleştiridir.
Nietzsche, Sokrates’i “Apollonyen fanatiklik” ile suçlar (Nietzsche, 1872, s. 48). Sokrates’in yalnızca mantık ve rasyonalizme dayalı yaklaşımı, trajedyanın derinliklerini anlayamamasına ve sanatın genel olarak yıkılmasına katkıda bulunur
Bu bağlamda, Nietzsche’ye göre Sokrates ve Platon’un estetik anlayışları, trajedyanın ölümünün ilk adımlarını atmıştır.
Nietzsche’nin perspektifinden bakıldığında, Sokrates ve Platon’un estetik anlayışları, trajedyanın irrasyonel doğasını ve kaotik güzelliğini yok sayarak, onu öldürmüştür. Nietzsche’nin eleştirileri, trajedyanın ve genel olarak sanatın iki temel ilke olan Apollon ve Dionysos arasındaki dengeye dayanması gerektiğini vurgular. Bu dengenin bozulması, sanatın özü ve estetiğin derinliği açısından yıkıcıdır.
Apollon ve Dionysos
Trajedya, doğası gereği mantıksızdır; olaylar sebepsizce gerçekleşir ve belirgin bir neden-sonuç ilişkisi yoktur. Mantık, bilim, akıl ve “logos” konseptleri ise neden-sonuç ilişkileri üzerine kuruludur. Analitik psikolojide, trajedya bilinçdışı unsurların, sezgilerin, rasyonel olmayan ve vahşi güçlerin ifadesidir. Bu bağlamda, trajedyanın irrasyonelliği, Sokrates’in mantık ve rasyonalizm temelli düşüncesiyle çelişir.
Nietzsche’nin estetik anlayışında Apollon ve Dionysos kavramları merkezi bir yer tutar. Apollon, aydınlık, sınırlar, form ve düzen ile ilişkilidir (Yalom, 1980). Dionysos ise kaos, sınırsızlık, duygusallık ve şekilsizlikle ilişkilidir (Nietzsche, 1872, s. 64). Örneğin, su şekilsizdir ve Dionysos’a benzetilebilir, suyu bir kaba koyduğumuzda ise Apollon’un sınırlarını ifade eder (Jung, 1921, s. 86). Hayatın her yönünde bu iki ilkenin dengelenmesi önemlidir. Nietzsche, sadece Apollonyen bir bakış açısının sınırlı ve yetersiz olduğunu savunur ve Sokrates’i bu tek taraflılık nedeniyle eleştirir.
Apollon’un Sanatsal İfadesi ve Teselli Edici Doğası
Apollon, güzel sanatlarla ve özellikle plastik sanatlarla ilişkilendirilir. Nietzsche, Apollon’un sanatının teselli edici olduğunu belirterek, heykel ve müzik gibi sanat dallarını Apolloncu bakış açısının birer yansıması olarak gösterir. Apollon’un müziği, yumuşak ve ölçülüdür ve insanı belirli sınırlar içinde tutar. Bu sınırlandırma, kötü bir anlam taşımamakla birlikte dengeli bir yaşamın önemini hatırlatır. Apollon’un lir çalması, müziğin ölçülü doğası ve sınırlar içindeki düzeni temsil eder (Nietzsche, 1872).
Apollon ve Diyalektik
Sokrates’in bilgiyi erdemle ilişkilendiren önemli bir kavramı vardır. Ona göre günah, cehaletten kaynaklanır; yani erdem, mutluluğa ulaşmanın yoludur ve cehalet ise insanı kötülüğe ve günaha sürükler. Dolayısıyla burada erdemli olanın övülmesinden de bahsediyoruz. Apollonyen bakış açısında da, bilincin yani personanın alanını kastederiz (Jung, 1921). Bu alan, aşırı derecede ahlak ve bilgi yanlısı, düşünce odaklı ve medeni bireyin zamanla sezgilerini ve doğayla bağlantısını yitirdiği bir yerdir (Jung, 1921).
Apollon, diyalektik ve akıl yürütme ile ilişkilendirilir ve tiyatro sahnesinde akıl yürütmenin bir gösterisi olarak görülür. Nietzsche’ye göre Apollon, kaderin ilahi gizemini ortadan kaldıran bir yapı olarak işlev görür. Apolloncu yapı, insanın kaderini elinde tutma ve onu rasyonel bir şekilde ifade etme çabasını temsil eder. Bu bağlamda, Apolloncu perspektif kaderin belirsizliğini ve çok yönlülüğünü düzenlemeye çalışır.
Carl Jung’un psişe dinamiklerini tam anlamıyla oturtmasında Friedrich Nietzsche’nin felsefesinin büyük bir rolü olmuştur. Jung’un psikolojiye entegre ettiği bu felsefi yaklaşımlar, psikolojinin felsefesi olarak kabul edilebilir.
Apolloncu bakış, sözel ifadenin ve düşüncenin bir sembolüdür. Dil, anlamları, imgeleri ve sembolleri sınırlar. Ancak bu sınırlamalar bazı açılardan gereklidir; zira insanın yalnızca imgeler ve sembollerle iletişim kurması uzun süre boyunca mümkün olmamıştır. İlkel dönemlerde mağaralarda görülen semboller, geniş ve ruhsal açılımları olan anlamlar taşımaktaydı (Jung, 1921).
Dil, sembolleri ve imgeleri, özellikle arketipsel alanları temsil eden imgelemleri taşır. Rüyalar bağlamında değerlendirildiğinde, semboller ve imgelerin çok boyutlu anlamları olduğu görülür. Tek bir imgenin bile birçok farklı açılımı olabilir. Analitik psikolojide bu açılımlar, rüyaların derinlemesine analiz edilmesinde dikkate alınır.
Apollon ve Dionysos figürleri, antik Yunan mitolojisinde sadece tanrılar değil, aynı zamanda belirli düşünce ve duygu tarzlarının temsilcileridir. Friedrich Nietzsche ve Carl Jung gibi düşünürler, bu figürler üzerinden insan doğasını ve sanatsal ifadeyi derinlemesine analiz etmişlerdir.
Dionizyen ve Kader
Dionizyen yapı ise kaderi bütünsel ve dinamik bir bakış açısıyla ele alır. Dionizyen perspektif, her şeyin mümkün olduğu, sınırların ve düzenin belirsizleştiği bir dünya görüşünü temsil eder. Dionizyen kader, kaotik ve akışkan bir doğaya sahiptir ve yaşamın sürprizlerine açıktır (Jung, 1921; Nietzsche, 1872). Nietzsche’nin bu anlayışı, yaşamın trajik yönünü kabul etmeyi ve bunu coşkuyla kucaklamayı önerir.
Yunan tragedyası, özellikle Atina’nın en yüksek döneminde, Apolloncu ve Dionizyen unsurların dengelendiği bir sanatsal form olarak dikkat çeker. Nietzsche’ye göre bu dönem, medeniyetin doruk noktasıdır ve tragedya, Dionizyen coşku ile Apolloncu düzenin uyum içinde birleştiği bir ifade biçimidir. Bu kombinasyon, medeniyetin ve insan ruhunun en derin sorunlarını sanatsal olarak çözümlemeyi mümkün kılar.
Atina’nın en yüksek dönemi olarak adlandırılan dönemi, Friedrich Nietzsche’nin perspektifiyle incelediğimizde, bu zaman dilimi tragedya ve Apollon-Dionizyen unsurların kusursuz bir şekilde harmanlandığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Nietzsche’ye göre, bu dönem medeniyetin en saf ve üstün hali olarak görülür. Medeniyet yalnızca Dionizyen ya da Apollonyen bir bakış açısıyla var olamaz; zira yalnızca bu iki uç yaklaşım bir arada dengelenmezse, kaçınılmaz olarak bir yıkıma sürüklenir. Bu bağlamda, Nietzsche’nin ortaya koyduğu bu yaklaşım, Carl Jung’un tek yanlı tutum teorisiyle kesişmektedir.
Jung ve Nietzsche’nin Ortak Bakış Açısı
Jung’un teorisine göre, özellikle medeni insanın toplum içinde sahip olduğu yüzlerce persona (kimlik) ile hareket ettiği sosyal maskeleri, bireyin benliğini tanımlayan ve toplumdan farklı olduğunu ifade eden alanlar olarak değerlendirilmektedir. Jung’un ifadesiyle, “Liber Novus” kitabını yazmaya başladığı kırklı yaşlarında her türlü akademik başarıya ve bilgiye sahip olmasına rağmen, içsel bir huzursuzluk yaşamaktaydı. Bu içsel huzursuzluk, insanın aşırı derecede Apollonyen prensiplerin etkisi altında kalmasıyla ve ışığın aydınlığında karanlığı göremez hale gelmesiyle ilişkilendirilebilir (Jung, 2009).
Nietzsche, Apollonyen bakışı “düşsel bir bakış” olarak tanımlamaktadır. Bu bakış açısıyla, Apollon’un sanatı, özellikle plastik sanatlar ve heykel, yüksek derecede teselli edicidir. Apollon, aynı zamanda müzikte lir çalar ve müziği de yumuşak ve sakinleştiricidir. Bu sanatlar coşkulu ve ekstazik değil, aksine ölçülü ve dengelidir. Apollonyen bir perspektif, bireyi belli sınırlar içinde tutar; burada ‘hapseder’ terimi olumsuz bir çağrışım yapmamalıdır. Apolloncu bakış açısı, dengeli bir yaşamın önemini ve gerekliliğini hatırlatır (Nietzsche, 1872).
Nietzsche ve Carl Jung, medeniyetin sürdürülebilirliği için Apolloncu düzen ve Dionizyen kaosun dengelenmesi gerektiğini savunur. Nietzsche’nin “Tragedyanın Doğuşu” adlı eserinde ve Jung’un bireyselleşme sürecinde, medeniyetin ve bireyin iki zıt kutup arasında denge kurmasının önemi vurgulanır. Jung, tek yanlı bir tutumun hem bireyi hem de toplumu yıkıma sürükleyeceğini belirtir. Aşırı derecede Apolloncu veya Dionizyen bir yaklaşım, bir tarafın diğerine baskın gelmesiyle sonuçlanır ve bu durum ruhsal dengesizlikler yaratabilir (Jung, 1961; Nietzsche, 1872).
Apollon ve Dionysos, insan doğasının ve sanatsal yaratıcılığın iki temel kutbunu temsil eder. Apolloncu rasyonalite ve düzen ile Dionizyen kaos ve yaratıcılık arasındaki denge, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sağlıklı bir gelişim için esastır. Nietzsche ve Jung, bu iki figürün dengelenmesinin, insan ruhunun ve medeniyetin sürdürülebilirliği açısından kritik olduğunu vurgulamışlardır. Yunan tragedyası, bu dengenin sanatsal bir ifadesi olarak medeniyetin en yüksek formunu yansıtmakta ve insanın evrensel sorunlarını anlamasına yardımcı olmaktadır.
Kaynakça:
Jung, C. G. (1921). *Psychological Types* (H. G. Baynes, Trans.). London: Routledge & Kegan Paul.
Jung, C. G. *Liber Novus: The Red Book*. (2009). Philemon Foundation & W. W. Norton & Company.
Jung, C. G. *Memories, Dreams, Reflections*. (1961). Recorded and edited by Aniela Jaffé, translated by Richard and Clara Winston. New York: Vintage Books.
Nietzsche, F. (1872). *The Birth of Tragedy* (W. Kaufmann, Trans.). New York: Random House.
Yalom, I. D. (1980). *Existential Psychotherapy*. New York: Basic Books.