Arketipler, Carl Jung’un psikoloji dünyasına kazandırdığı en önemli kavramlardan biridir. Kolektif bilinçdışının içeriklerini barındıran bu morfik enerji alanları, insanlığın ortak deneyimlerini, dolayısıyla bu deneyimleri temsil den imge ve sembolleri taşır. Jung’a göre arketipler, bireyler arasında ortak olan ve kimseye özel olmayan belirli duygu, düşünce, davranış ve inançlarla kişinin etkisi altında olduğu alanları açığa çıkaran unsurlardır.
Yaralı şifacı arketipi, Chiron gibi mitolojik kahramanlarla bağlantılıdır. Chiron, kendisi iyileşemez bir yara sahibi olmasına rağmen Asklepios’a şifa sanatını öğretmiştir. Bu arketip, yaralılık ve şifacılığın birbiriyle nasıl iç içe geçmiş olduğunu gösterir ve Kendilik arketipiyle yakından ilişkilidir. Jung, “İki kişinin buluşması iki kimyasal maddenin teması gibidir. Herhangi bir reaksiyon varsa ikisi de dönüşür” (Jung, 1953) ifadesiyle insan ilişkilerinin dönüştürücü gücünü vurgular. Yaralı şifacı arketipi, kendi içinde yaralı olan birinin aynı zamanda şifa özellikleri barındırdığını ifade eder. Yaralının içinde keşfedilmeyi bekleyen bir şifacı vardır ve bu da kişinin kendi derinliklerinde saklı olan iyileştirici enerjiyi fark etmesini sağlar.
Carl Jung’un “Kırmızı Kitap”ı, Mundus Imaginalis yani aktif imgelem yöntemiyle bilinç dışına yaptığı derin ve kişisel bir yolculuğun ürünüdür. Bu süreç, Jung’un kendi yaralarıyla yüzleşmesi, çağın tininden uzaklaşarak ruhunun derinliklerine inmesi ve nihayetinde kendi içindeki şifacıyı arama yolculuğudur. Jung’un kendi ifadesiyle, “Kırmızı Kitap”, bireysel bilinçdışı dinamiklere ve arketipsel imgelerin ortaya çıkışına bir yolculuktur. Erich Neumann, “Sanat ve Yaratıcı Bilinç Dışı” adlı eserinde yaratıcı insanların içsel yaralarının şifaya dönüşmesinin önemine vurgu yapar. Neumann şöyle der: “Her yaratıcı insanın bireysel tarihi her zaman için hastalığın uçurumuna yakındır. O, diğer insanlar gibi tüm gelişimin içerdiği kişisel yaraları kolektif bilince daha fazla uyum sağlayarak iyileştirme eğiliminde değildir. Yarası açık kalır. Ama bu yaranın içinde çıkan acı, içinden başka bir iyileştirici gücün doğduğu derinliklerde yer alır ve bu iyileştirici güç yaratıcı süreçtir” (Neumann, 1959).
Arketipsel Patern Analisti de bir yaralı şifacı olarak, başkalarını iyileştirerek aynı zamanda kendi yaralarını da iyileştirir. Jung’un da vurguladığı gibi, “Kendi içindeki karanlık içeriklerini tanımayan bir şifacı, ister istemez bunu danışanına yansıtır” (Jung, 1953). Bir kişi kendi yaraları üzerinde ne kadar çok çalışırsa ve kendi karanlığını aydınlatmaya ne kadar çok zaman ayırırsa, başkalarının şifasına şifacı özelliğiyle kadar fazla katkıda bulunur. Kendi acısını görmezden gelen bir şifacı, yükünü başkalarına devretmekle kalmaz, başkalarının yansıtmasını da objektif olarak görebilme yetisinden mahrum kalır. Bu nedenle, yaralı şifacının, başkalarına yardımcı olabilmesi için kişinin kendi yaralarıyla yüzleşmesi gerekir.
Bir şifacı, kendi bilinçdışıyla temas halinde değilse, yalnızca görünenle yani danışanın yüzeyde olan anlatılarıyla sınırlı kalır. Oysa Carl Jung’un psikolojiye kazandırdığı önemli bir kavram olan “persona”, kişinin bilinçli hayatında sergilediği yüzdür ve bu yüzün ardında, gerçekte olan düşünce ve inançlarının tam tersini içeren bilinçdışı kişilikler bulunur. Şifacı, bilinçdışının sesini duymak için, öncelikle kendi içsel seslerinin yarattığı gürültüden büyük ölçüde arınmalıdır. Bu, kişinin kendi içsel düzenlemesinden geçiyor olmasını gerektirir. Bu nedenle kendi analizinden geçmeyen biri başkasının içeriklerini sağlıklı analiz edemez.
Carl Jung’un psikolojide vurguladığı önemli kavramlardan biri olan yansıtma, özellikle şifacı ve yaralı arasındaki ilişkide belirgin bir rol oynar. Yaralı, şifacısını bulduğunda kendi içsel şifacısını şifacıya yansıtır. Aynı şekilde, şifacı da kendi içsel yarasını yaralıya yansıtır. Tıpkı doktor hasta ilişkisi gibi. Bu ilişkide şifacının sunduğu bilgi ve güven yaralıyı rahatlatır. Bu ilişki, doktor-hasta ilişkisine benzer, burada şifacının sunduğu bilgi ve güven, yaralının rahatlamasını sağlar. Ancak yansıtmalar sabit kaldığında, bir kilitlenme yaşanır. Şifacı artık kendi yaralarını göremez hale gelir ve yalnızca karşısındakini “kurtarmakla” ilgilenir. Jung’un “kolektif bilinçdışı” ve “arkaik kalıplar” teorileri, bireyin bu tür yansıtmalardan nasıl etkilendiğini açıklar.
Kurtarıcı arketipinin “Tanrı Arketipi”ne dönüşmesi, şifacının kendi gölgesini görmek yerine mutlak bir kontrol ve güç arayışına girmesini simgeler. Jung’a göre, “Tanrı Arketipi,” kişinin kendi içsel özerkliğine erişemediğinde oluşan bir illüzyondur. Bu durumda, şifacı niteliğini kaybeder; çünkü dönüşüme kendisini kapatarak sadece kendi yarasından bakar.
Jung’un ifadesiyle, “dört duvar arasında kalmış bir bilgelik değil, her zaman bir yolculuğun hareketliliği olmalıdır” (Jung, 1961).Yani şifacı “kurtarıcı”yla özdeşleşmemelidir. Durum bu şekilde olduğunda yaralı, şifacı niteliğini kaybetmiş olan “Tanrı Kurtarıcı” ya bağımlı hale gelir. Asıl mesele şifa arayanın şifa verene bağımlı olmadan zaman içinde kendi iç şifacısıyla bağlantı kurabilmesidir. Ancak kişi yaralı alanıyla özdeşleştiği için “şifacı” diye nitelendirdiği kişiye bağımlı hale gelir. Erich Neumann’ın belirttiği gibi, “Kolektif bilinç,” bireyin içsel yaratıcı gücünü ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir, ancak bu sadece bireyin kendi özerkliğini ve yarasını kabul etmesiyle gerçekleşir (Neumann, 1959).
Geçek bir şifacı için yara harici değil dahili bir meseledir. Yani, yaralının “arketipsel” meselesini kendi içinde de gözlemleyebilmeli, yanı anda hem bağlantı kurup hem de durumdan kendisini ayrıştırabilmelidir. Carl Jung’un kolektif bilinçdışı ve bireysel psikoloji üzerine olan çalışmaları, bu içsel süreci aydınlatır. Jung’a göre, “içsel deneyim ve dışsal olaylar sürekli birbirini yansıtır ve dengede kalır” (Jung, 1969). Şifacı için yara ve şifa iç içe bir alandır. Birbirinden ayrı tutularak “ben ve yaralı” şeklinde ikiye ayrılamaz. Bu bağlamda şifacı aynı anda hem şifa verir hem de şifa alır. Jung, bu birleşik doğayı “enantiodromia” terimiyle ifade eder, yani zıtlıkların birbirine dönüşümü. Böylece şifacı, yaralının kendisine yansıttığı ve kendi yarasını tetiklediği içeriğin farkına varır ve kendisine de şifa verecek içsel süreci başlatırak zamanla diğer yaralının da kendi şifa mekanizmasını keşfetmesine aracı olacaktır.
Kaynakça:
Jung, C. G. (1953). *Psychology and Alchemy*. Princeton University Press.
Jung, C. G. (1961). *Memories, Dreams, Reflections*. Vintage.
Jung, C. G. (1969). *Aion: Researches into the Phenomenology of the Self*. Princeton University Press.
Neumann, E. (1959). *Art and the Creative Unconscious*. Princeton University Press.